Ahmet Türk’ün inkârı

Tamar Nalcı, Ahmet Türk’ün geçen hafta IMC TV’de ‘1915’te Kürtlerin kullanıldığına’ dair sarf ettiği sözlerden ve dilediği ‘özrün’ aslında bir yanıyla nasıl da inkârı barındırdığını yazdı.

Tamar Nalcı
tamar.nalci@gmail.com

1 Şubat Cuma günü, IMC kanalında yayınlanan, Hayko Bağdat ve Roni Margulies’in sunduğu Azı Karar Çoğu Zarar programına katılan Ahmet Türk’ün 1915 ile ilgili beyanları çok konuşuldu. İçinde “Ermenilerden özür diliyoruz” sözlerinin de geçtiği bir konuşma yaptı Türk. Ertesi gün, medyada bu açıklamalar, “Ahmet Türk Ermenilerden özür diledi” minvalindeki başlıklarla haberleştirdi.

Hayko Bağdat’ın “Kürt tabanı Ermeni meselesine, 1915’e nasıl bakıyor?” sorusuna Ahmet Türk’ün verdiği cevap şöyle: “1915'te Ermeniler büyük acılar yaşadı. Burada Kürtlerin de payı var. Kürtler kullanıldı. Bu gerçeği de görüyoruz. Tarihlere baktığımız bazı yerlerde de, Taşnak adlı kesimlerin bazı Kürt kesimlerine saldırdıklarını da biliyoruz; ama biz bunu hiç dile getirmiyoruz. Önemli olan burdaki halkın bir zulümle karşı karşıya kalmış olması.

Bu zulümden dolayı da mesela ben bir çok yerlerde hem Süryanilerle ilgili hem Ezidilerle ilgili hem de Ermenilerle ilgili dedelerimiz, babalarımız kullanıldı. Bu halklara zulmetti. Onların eli kanlıdır dedik. Bu halkların, bu grupların kanı ile elleri kirlidir dedim ve biz evlatları olarak, torunları olarak özür diliyoruz. Şimdi bütün mesele kimin ne yaptığını tartışmıyoruz, ama bence özrü kabul etmek önemlidir. Biz Kürtler olarak diyoruz ki evet bizim irademizin dışında kullanıldık. Bazı şeylerle, propagandalarla Kürt halkı da Ermenilere zulüm etti.

Biz bugün o yaşananları bildiğimiz için ve bundan ızdırap ve acı duyduğumuzu çok rahat ifade edebiliyoruz. Ama Türkiye'nin de bu büyüklüğü göstererek Ermeni halkından, Ezidi halkından ve Süryani halkından özür dilemesi gerekiyor. Hele hele bütün bu olaylar cumhuriyetten önce olmuşsa bu kadar sıkıntıya ne gerek var ki. Bence burada halen bir mantığın değişmediğinin ifadesidir. Halklara bakış , azınlıklara bakış, farkllılıklara bakışın değişmediğinin ifadesi olarak bunu yorumlamak lazım, görmek lazım diye düşünüyorum” (Milliyet)

Ahmet Türk’ün, sözlerine, her ne kadar “dile getirmediklerini” söylese de, Taşnakların Kürt kesimlerine saldırdığını dile getirerek başlamasının aslında konuşmasının devamında söyleyeceklerine karşı bir ön savunma olduğunu anlamak zor değil.

Ardından bu meseleyle ilgili dedelerinin, babalarının kullanıldığını söylüyor Ahmet Türk, birkaç defa tekrarlıyor bunu. Durumu hafifletmeye çalışıyor. Kürtlerin 1915’teki rolünün ne olduğuyla ilgili Rober Koptaş bir yazı (http://agos.com.tr/makale.php?seo=kurtlerin-suc-ortakligi-meselesi&detay=375) yazdı zaten. ‘Kullanılmak’tan öte, bir işbirliğinin, anlaşmanın söz konusu olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Ayrıca, en büyük Kürt aşiretlerden birisi olan, 1915’te ise, Ermenilerin katledilmesinde dönemin Diyarbakır valisi Dr. Reşit ile işbirliği yapan Raman aşiretinin önde gelenlerinden Ömer Akat’ın, geçtiğimiz hafta Agos’tan Uygar Gültekin’e verdiği röportajda da bu işbirliğinden örnekler bulmak mümkün. Aşiretin devlete ne kadar yakın olduğunu anlatıyor Akat, o da ‘kullanıldıklarını’ belirterek (/haber.php?seo=kurtler-ozur-dilemek-icin-artik-hazirlar&haberid=4221).

Kürtlerin geçmişle yüzleşmesi

Bugün, söz konusu geçmişle yüzleşme olduğunda, bir Kürt’ün bundan imtina etmesi üzerine ciddiyetle düşünmek gerek. ‘Katlettik ama kullanıldığımız için’ minvalinde sözlerle, lafı dolandırarak, gerçeğin üstünü örterek bir yüzleşme sağlanamayacağını bugün, en iyi bilmesi gerekenlerden birinin bu cümleleri sarf etmesini anlamak gerçekten güç. Çünkü Kürtler kandırılmış da olsa, bilinçli de yapsa, yapılan, yani katliam ve neticeleri değişmiyor maalesef. Oradaki “kullanıldı” sözü birini öldürmüş olmanın günahını hafifletir, birilerini bunun sorumluluğundan azad eder mi?

Sorumluluk, kararı veren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde (İTC) mi sadece? İTC’nin kendisine vaat ettiklerine karşılık komşusunu katletmeye, malına, mülküne konmaya, kadınları kaçırmaya, onlara tecavüz etmeye, Müslümanlaştırmaya razı olan insanların (Kürt ya da Türk ya da bir başka millet, fark etmez) bu işteki sorumluluğu ve günahı, bunun kararını verenlerden daha mı az?

Karar verenler dışında, bu kararı ‘uygulama’ safhasında dahli olan insanları ‘kullanıldı’ varsayalım, o zaman da burada sadece Kürtlerden bahsetmek doğru olmaz. Türklerin hepsi İTC ile birlikte karar alan insanlar değil elbette. Tıpkı Kürtler gibi sadece ‘komşu’ olan insanlar da var ve Türk ya da Kürt, bu iki grubun birbirinden bir farkı yok.

Programın başka bir bölümünde, Ahmet Türk, Kürtlerin haklarını savunurken şöyle diyor: “Resulullah da diyor: Kendi komşusunu düşünmeyen benden değildir” Peki Ahmet Bey, bu soruyu neden 1915 için de sormuyor? Sorduğunda buna nasıl bir cevap bulabiliyor? “Türklerle Kürtleri biraz kucaklaştıran, tarihten beri ortak bir mücadeleyi birlikte vermeye iten en büyük neden islamiyettir” derken, tarihteki ortaklıklardan bahsetmekte bir beis görmeyen Sayın Türk, söz konusu 1915 olduğunda suçu sadece belirli bir kesimin üstüne yıkmaya ve Kürtleri bu sorumluluktan muaf tutmaya çabalıyor.

Yine Kürt meselesinden bahsederken: “Ama Kürtler bugün sayısı ile nüfusu ile yoğunluğu ile 4 bin yıllık tarihi ile bu topraklarda yaşayan bir halktır. Ermeniler de öyleydi. Ermeniler malesef yok edildi diyelim. Bugün hâlâ bunu Kürtler koruyor” diyor kendisi. “Ermeniler maalesef yok edildi” cümlesindeki edilgenlik ise Ermenilerin canlarına kıyanların etkenliğini örtmüyor maalesef. Sayısı, nüfusu, yoğunluğu ile ‘çoğunluğa’ vurgu yapmasının yaralayıcılığı ise başka bir taraftan can yakıyor.

‘Kurucu unsur’ olma arzusu, geçmişte birlikte davranılan her türlü meselenin sorumluluğunu da paylaşmayı gerektirmez mi? Bugün, bu işe karışan halkların evlatları, torunları tarafından bunu kabullenmek elbette ki güç, Ahmet Türk gibi ağırlığı olan birinin meseleyi anlatmak için seçtiği dil, kullandığı kelimeler maalesef kısmi bir yüzleşmeye yönelik sadece.

Nasıl bir özür?

Ahmet Türk, “Şimdi bütün mesele kimin ne yaptığını tartışmıyoruz, ama bence özrü kabul etmek önemlidir” diye zamansız bir cümle sarf etmiş. Bunları tartışmadan bir yüzleşmenin mümkün olmadığını en iyi bilmesi gerekenlerden biri değil midir Ahmet Türk? Bunlar tartışılır, konuşulur, özür dilenir ve sonra o özrü Ermeniler kabul etmezse, o zaman bu cümlenin bir muhatabı olur. Bu noktada, geçenlerde bir buluşmada dinlediğim Kolombiya Üniversitesi İnsan Hakları Enstitüsü Başkanı Elazar Barkan’ın söylediği şu sözü de değerlendirmek gerekir: “Kurbanın özrü kabul etmemesi, bunun önemsiz olmasından değil, ancak yeterli olmadığındandır”. Meselenin kendisi eğer Ahmet Türk’ün sarf ettiği yukarıdaki cümle kadar basit olsaydı, 98 senede çözülmüş olmaz mıydı zaten?

Mütemadiyen birtakım çoğunlukların hassasiyetleri göz önünde bulundurularak sarf edilen cümlelerden kırıcı, yorucu olmaktan öteye geçemiyor. 'Özür' dilenirken bile... Özür öncelikle mağdurun hassasiyetleri göz önünde bulundurularak, –onu anlayarak değil çünkü hiçbirimizin soykırımın gerçek mağdurlarını anlamamız mümkün değil; ama anlamaya çalışarak, bir talep üzerine değil öyle gerektiği için dilenmeli. Ayrıca benzer vakalardaki örneklere de bakılacak olursa, özrün de birtakım gereklilikleri vardır. Ahmet Türk’ün söyledikleri önceden hesaplanmadan, tv programında aldığı soruya cevap vermek için söylenmiş sözler ve ‘özür’ aslında bireysel algılanabilir fakat bunları açıklarken mütemadiyen kullandığı ‘Kürtler’ ve ‘biz’ vurguları, söylediklerinin kişisel değil, daha geniş bir kitle tarafından kabullenildiğini gösteriyor bize.

Lâkin katliamın bir ‘ama’sı, ‘çünkü’sü, ‘belki’si olmadığı gibi, samimi bir özrün de ‘ama’sı, ‘çünkü’sü, ‘belki’si olmaz, olamaz. Ahmet Türk’ün bu konuşması belki katliamın kabulü olabilir, ancak iradi işbirliğinin inkârıdır.

 

Kategoriler

Şapgir