‘Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım’ dan sonra Mehmet Coral’ın Mimar Sinan’la ilgili ikinci kitabı ‘Ben, El Fakir-ül-Hakir, Sinan’ ile Mehmet Coral, Mimar Sinan’ı tekrar anlatıyor... Levon Bağış yazdı.
LEVON BAĞIŞ
'Bu değersiz kul, Sultan Selim Han'ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbul’a dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım.'
Sai Mustafa Çelebi tarafından kaleme alınan ‘Tezkiretü'l Bünyan ve Tezkiretü'l Ebniye’ kitabında (Yapılar Kitabı-Mimar Sinan'ın Anıları) büyük usta Sinan kendini yukarıdaki sözlerle anlatıyor.
Fethin sonu Süleymaniye
Sai Mustafa Çelebi’den yüzyıllar sonra da pek çok yazar Sinan’ı anlatmaya çalıştılar. Bu özel kişilikle sadece mimarlar ya da mimari meraklıları değil edebiyatçılar da her zaman ilgilendi. Her ne kadar kendisi edebiyatçı olmasa da Mimar Sinan ile ilgili en önemli eserlerden biri olan ‘Sinan’ kitabında Abidin Dino; “İstanbul’un fethi 1453’te başlamış, Süleymaniye’nin inşası ile bitmiştir” sözleriyle İstanbul ve Mimar Sinan arasındaki ilişkiyi çok çarpıcı bir biçimde özetlemişti.
Ben, El Fakir-Ül-Hakir Sinan
Mehmet Coral |
Mimar Sinan’ı anlatmayı deneyen yazarlardan sonuncusu ise Mehmet Coral. ‘Ben, El Fakir-ül-Hakir, Sinan’, ‘Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım’ dan sonra Mehmet Coral’ın Mimar Sinan’la ilgili ikinci kitabı ya da ilk kitabın yeniden yazılmış versiyonu. Bir önceki kitapta günümüzde geçen bir hikâye ile paralel bir anlatım seçen yazar, bu sefer hikâyenin başrolüne Mimar Sinan’ı tek başına yerleştiriyor.
20’li yaşlarında devşirme olarak Kayseri’nin nüfus yoğunluğu Rum ve Ermeni olan Ağırnas köyünden alınarak devşirilmiş bir Hıristiyan genç olan Sinan’ı Mehmet Coral, Anadolu’da taş-yapı ustalığının genelde Ermenilere atfedilişine pek aldırış etmeksizin Rum kökenli olarak tanıtıyor okuyucuya… Pek çok farklı kaynakta Ermeni veya Rum kökenli olduğundan bahsedilen Sinan’ın kökeni tartışması o öldükten sonra günümüze kadar peşini bırakmadı. Öyle ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde Mimar Sinan’ın Türklüğünü ispat etmek için uygulanılan yöntem henüz hafızalardan silinmiş değil. Mezarından çıkartılan Sinan’ın kafatası 1930’ların modasına uygun biçimde ölçüldükten sonra ‘Türkoğlu Türk’ olduğuna karar verildi. Bu arada kafatası ortadan kaybolan bahtsız Sinan, türbesinde hâlâ başsız yatıyor.
Aidiyeti, milliyeti ne olursa olsun, sadece İstanbul’da değil tüm Osmanlı coğrafyasında ayakta kalmış, simge haline gelmiş yapılar arasında Mimar Sinan elinden çıkan pek çok eserin bulunması ona duyulan saygıyı ve sahiplenmeye çabasını anlaşılır kılıyor.
99 yaşına ulaşma şansı
Dahi sanatçı Mimar Sinan, sürdüğü uzun ömürle de dikkat çekiyor. Entrikanın bol olduğu Osmanlı sarayında bir ayak oyunu veya bir iftirayla canından olabilecekken 99 yaşına kadar hayatını sürdürebilmesi, şanslı bir insan olduğunu gösteriyor. Ne de olsa cihan padişahlarına iş yapmanın ne kadar büyük bir bedeli olabileceğini biliyoruz. Mesela adaşı Atik Sinan Paşa, Fatih Sultan Mehmet için inşa ettiği camiyi depreme dayanıklı olması için Ayasofya’dan biraz kısa yapınca elleri bilekten kesilerek cezalandırılmıştı.
Coral’ın kitabı Mimar Sinan’ı kendi ağzından anlatan Sai Mustafa Çelebi ile yapılan sohbetle başlıyor. Ancak kitap, zamanın ruhunu hissettirmekte başarısız kalıyor ve inandırıcı olamıyor. Resmi tarih karakterlerinin dilinden çıkma diyaloglar, okuyucuyu gerçeklik hissinden ve yazarın yaratmayı düşündüğü uhrevi havadan giderek uzaklaştırıyor. Buna rağmen Koca Sinan adıyla da maruf bu ‘koca insan’ın hayatını, yaşadıklarını, kulaktan dolma bilgiler yerine doğru bilgi ve keyifli ayrıntılar ile öğrenmek isteyen ve bunu da bir roman kurgusunda okumak isteyenler için ilgi çekici bir kitap ‘Ben, El Fakir-ül-Hakir, Sinan’.
İstanbul’un silueti ile ilgili tartışmalar yapılırken pek adı anılmasa da o ‘siluet’ dediğimiz şeyi yaratan belki de en önemli insandır Sinan. Gerçi son zamanlarda her şeye soy-sop-ecdat tarafından bakmaya meylettiğimiz için adının bu tartışmalarda anılması bile uygun görülmemiş olabilir.
Tam da bu yüzden dünya mimarisini izlemekten aciz kopyacı bir zihniyetle, neredeyse 500 yıllık bir abide eseri Ataşehir’e kondurup adına da Mimar Sinan Camii dendiği günümüzde Sinan’ı gerçekten anlamaya ve anlatmaya çalışan bu çabayı takdir etmemek olmaz.
AGOS kitapkirk 52 (Şubat 2013)