Arabesk sayesinde keşfettiklerimiz

‘Benim Meselem’ şarkısının yorumcusu, yaklaşık on gün önce yitirdiğimiz usta sanatkâr Müslüm Gürses gibi arabesk müzik icra edenler hep arafta yaşadılar. Aşklarını, acılarını ve meselelerini böyle ifade ettiler. Hayatla meseleleri vardı. Melis Kaya, Derkenar için yazdı...

MELİS KAYA
melisk@free.fr

“Bu benim meselem derin mesele, ezelden evvele giden meselem, hatrım çiğnendi kalbim kırıldı...”

‘Benim Meselem’ şarkısının yorumcusu yaklaşık on gün önce yitirdiğimiz usta sanatkâr Müslüm Gürses. Arabesk müzik icra edenler hep arafta yaşadılar. Aşklarını, acılarını ve meselelerini böyle ifade ettiler. Kendilerini bir sınıf içerisinde konumlandırabilecek şartları hiçbir zaman oluşmadı, çünkü bir yerinden hayata tutunmaya çalışıyorlardı, çünkü hayatla derin bir meseleleri vardı.

Nitekim, dünya nasıl algılarsa algılasın, kendi sınıflarını biraz da sanayi devriminden geçmediği için kuramamış olan Türkiye’de arabesk, ‘üst sınıfların’, ‘alt sınıflara’ ya da sınıfsızlara burun ucu bakışının bir biçimi olageldi.

Cumhuriyet, kendisine süslü bir üst kültür kurmaya başladığında, garbın alengirli ‘kapı gıcırtısı’ müziğini de bu toplumun başına şapka ile birlikte giydirmeye başlıyor; örneğin Ulvi Cemal Erkin gibi bestecilere, “besteleyin ve bizi muasır medeniyetlerin seviyesine yaklaştırın” deniliyordu.

Aynı dönemler, dedemin kulağı her daim döneminin fenomeni Erivan radyosunda olsa da, TRT sayesinde, belirli yayın dilimlerinde batı müziği ile tanıştırılmaya devam ediyorduk.

TRT’de icra edilen tek sesli ve adına ille de ‘Türk Halk Müziği’ denen yapı içerisinde Türkçeye adapte edilmiş Arap, Fars, Kürt, Ermeni ve Rum melodilerinin olduğu söyleniliyor, ne gam. Ama sahiden gam… Keza seçkinlerin Cumhuriyet balolarında değilse de, 1960’larda bu dizilişe, arabesk aniden dahil oluyor.

Oluyor olmasına, ancak bu kez de, 1970’li ve 80’li yıllarda yükselen, asker-sivil-aydın zümreyle laik ve parlak yarınların ütopyalarını kuranlarda başlıyor kültürel erozyon huzursuzluğu. Yeni ismiyle ‘kaderci müzik’in biricik icracıları,  rafine vicdanlara dokunamadıklarından belki de, avam ve lümpen olmakla suçlanmaya başlıyor.

Hafif ya da ‘ağır’ batı müziğinin kuvvetli estetiğini reddetmek mümkün değil, fakat duvarlarına çarpa çarpa içinden geçiyor olduğumuz gerçek hayatın fani olduğunu; kederin her biçiminin insana ait olduğunu; yoksulluğun ve yoksunluğun, özlemin, aşk acısının, ulaşamama duygusunun ‘kul’lara dair olduğunu arabeskle yeniden keşfettiğimiz de yadsınamaz bir gerçek. Maden ocaklarında, tersanelerde, kot taşlama atölyelerinde, fabrikalarda, oto tamirhanelerinde, inşaatlarda çalışan işçilerin, savaşta evlatlarını kaybeden ailelerin, asgari ücretle ev geçindirmeye çalışan emekçilerin, hor görülen halkların, üst üste darbelerden geçmiş yaralı bir toplumun fertlerinin derdinden anlayan, onlara yoldaş olan müzik de arabeskti.

Orhan Gencebay “Sevmiyorsan hor görme bari, benim de senin gibi Allah’ım vardır” diyor.

Bir taraftan cehalet ve sınıfsızlıkla yaftalanırken, kendilerine dayatılan ithal kültürü kolayca benimsemelerini beklediğimiz halk ya da avam, arabesk dinlemenin elim bir hata olduğunu düşünenleri de kucaklayabilecek kadar alçakgönüllüdür. Zira bizler iyi biliyoruz ki, hatasız kul olmaz.

Küçük İskender
(şair)

1- Gripin’in Yalnızlığın Çaresini Bulmuşlar adlı albümünü dinliyorum son zamanlarda.

2- Orpheus’a Soneler / Rainer Maria Rilke ( Rilke’nin soneleri gerçekten üzerinde çalışılması gereken uzun uğraşlı şiirler; disiplin nedir: yeniden gözden geçirmek için bu kitaba geri döndüm )

3- Geniş bir DVD arşivi kuruyorum yıllardır; bunun için de klasiklerden en popülerlere kadar uzanan bir yöntem izliyor, tarz konusunda da seçici olmamaya çalıyorum. Ömrümüz yetmediğinden çok film atlamışız, geride kalmış çoğu. En son Costa-Gavras imzalı Amen’i izledim. Tedirgin edici.

4- Vasıf Öngören’in Zengin Mutfağı’na hazırlanıyorum. Aynı anda Ferhan Şensoy’un toplu oyunlarını edindim; onları izliyorum.  

5- Sinemaya sarmış demeyin ama, filimadamı.com da büyük bir keyifle incelediğim sitelerin başında. Sinefillere öneririm. Anımsamadığınız, kırıntılarını taşıdığınız tüm filmleri takipçilere sorup öğrenebildiğiniz güzel bir platform.


Sosyal kampanya kaş yapayım der göz çıkarır

BAWER ÇAKIR
bawercakir@gmail.com

Yine bir 8 Mart öncesi ve yine sağımız solumuz kadına yönelik şiddete karşı kampanyalarla, ‘duyarlılık projeleriyle’, gözüne mor, kafasına akan kan makyajı yapılan ünlü kadınlarla ve kadın kılığına girmiş erkeklerle doldu. Bu yılın 8 Mart’ının en  ‘üretken’ ünlüsü ise ‘esinlenmeleri’ ile ünlü aşırı meşhur fotoğrafçı Mehmet Turgut. Eksik olmasın bizi bu yıl ‘duyarlılığı’ ile boğdu.

Şiddetten anladıkları

Turgut’un ilk projesi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın himayesinde KÜLT Derneği’nin de destek verdiği ‘O ben olabilirdim’. Hülya Avşar, Burcu Esmersoy ve Meltem Cumbul’un da yer aldığı projede ünlüler özel makyaj ve kostümlerle hayatını kaybeden 8 kadının yerine geçti. 8 fotoğrafta da kadınların gözleri mor, kafalarından kan akıyor, bazılarınınkinde kurşun delikleri var. Kadınlar erkekler tarafından hayatın her alanında her saniye psikolojik şiddete maruz kalıyorken şiddetten sadece mor göz anlayan bu ünlülere bu ülkede ‘duyarlı’ deniyor.

Bir diğeri ise ‘Ve erkek kadını anladı...’ Turgut bu kez ünlü erkekleri kadın kılığına sokarak onların kadın olmayı anlamalarını sağlamış. Peki “kadın kılığına” giren ünlü erkekler neler yapmış dersiniz? İşte rujlu dudaklar, ojeli tırnaklar, sütyen, topuklu ayakkabı... Kadın olmaya    dair ne kadar klişe varsa kullanıp cinsiyetçiliği gözlerinden öpmüş. (Bu projenin Marc Jacobs’in NARS 15X15 isimli projesinden “esinlendiğini” yazmasam ölürdüm)

Ama ne Turgut doydu bu duyarlılığa ne de ona proje yaptıranlar. Turgut bu kez yanına birkaç ünlü erkeği (Huysuz Virjin de aralarında ama bu başka bir yazının konusu) alarak bir çorap firmasının organizasyonu için çorap tasarlamışlar. Etkinliğin afişi Maksim Gazinosu yeni yıl programı gibi. Slogan ise çok ironik: ‘Şiddetin başına çorap örüyoruz’.

Ne yapmalı?

Bu kampanyalar, Türkiye’deki ‘duyarlılık’ algısının nasıl da kariyerist bir şeye dönüştüğünün güzel örnekleri. Kadına yönelik şiddet meselesi elbette ki sosyal kampanyalarla karşı çıkılması, farkındalık yaratılması gereken bir mevzu. Ancak bunu nasıl, hangi yöntemlerle, yapmalı? Öncelikle bu tip kampanyaları yaparken yaşanan şiddeti nesneleştirmemek, olağanlaştırmamak, farkındalık yaratacağım derken göz aşinalığı yaratmamak gerekiyor. Şiddeti gözü mor kadın sığlığından kurtarıp, hatta belki de bu imgelerin hiçbirini kullanmadan ve var olan cinsiyetçi, erkek egemen dili/tavrı kullanmadan yol almak gerekiyor. Ve illa ki feministlerin görüşlerini almak da.  Aksi taktirde Mehmet Turgut öncülüğünde gerçekleştirilen kampanyalar gibi kaş yapayım derken kadınların gözlerini çıkartabiliriz.


Huzuru Calexico konserinde buldum

UĞUR KILIÇ

Calexico konserine doğru yola koyulurken Pazar gününün kasvetini hücrelerime kadar hissediyorum. Salonun önüne geldiğimde az sayıda insanla karşılaşıyorum. İstanbul'un ana gündem maddesi derbi iken konsere katılımın ne boyutta olacağını düşünerek ve endişeyle içeri dalıyorum. İlahi güçler tarafından yarım saat içinde salon hınca hınç dolduruluyor, başka türlü açıklayamıyorum. 

İçecek almaya vakit bulamadan sağımda, solumda ve bacaklarımın hemen yanında insanlar beliriyor. Yerimden ayrılmanın pek sağlıklı olmayacağını düşünürken Calexico büyük bir coşkuyla sahneye çıkıyor. Sahnede milyonlarca enstrüman var  ya da bana öyle geliyor..  Sokağın ruhunu kaybetmedikleri belli.  Akordeon, çello, marimba, gitar, klavye, bateri... Anlayacağınız mutfak geniş, malzeme bol. Calexico Meksika mutfağının en güzel örneklerini önümüze sermeye başlıyor.

Grubun sahneye çıktığı henüz ilk dakikalarda seyirciyi kazanması önemli diye düşünürken Calexico zaten bunu yapmış oluyor. Üst kattan aşağıdaki izleyecilere gözüm takılıyor. Herkes dans ediyor veya olduğu yerde ritme ayak uyduruyor, sallanıyor. Tek bir albüme bağlı kalmadan çalıyorlar ve sıra son albümden ‘Para’ya geliyor, telefonlar video moduna alınıyor. Konser boyunca enerjinin hiç düşmemesi, dans eden insanlar, gipsy ezgileri, çoğunlukla İspanyol müziği tınıları beni Tarantino filmleri içinde kendi klibimi çekmeye sevkediyor. O an ‘Crystal Frontier’ beni rüyamdan uyandırıp, tek başına bir insanın kendini ne gibi durumlara sokabileceğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Garip figürlerimi sergilemeye devam ediyorum, salon ise kendinden geçmiş gibi görünüyor.

1.5 saatten biraz uzun süren konser bis (yalandan son şarkı) ile son buluyor. Seyirci bir yere ayrılmıyor ve grup dönüyor. Grup, çok sevilen ‘Victor Jara's Hands’ ile devam ediyor. Sona doğru yaklaşırken artık tüm şarkılar tek bir şarkı gibi gelmeye başlıyor ve grup çok geçmeden performansını sonlandırıp dinleyiciye veda ediyor.

Giderken bizlere suratta anlamsız bir tebessüm ve bünyede doymuşluk hissi miras kalıyor. Calexico bize tam ihtiyacımız olanı veriyor; huzur. Haftasonunu daha iyi değerlendiremezdim diye söylenerek metroya doğru yürüyorum, aklıma takılıyor: iyi bir müzik ve kuvvetli bir hayalgücü ile ulaşamayacağın sahil yok.


Yumurta atmaya ‘protesto şeklinin en çocukça olanı’ diyen Ali Sürmeli’yi nasıl protesto etmek isterdiniz veya neler söylerdiniz?

 

Erhan Avcı
Devekuşu yumurtası atarak

Burcugül
Ali Sürmeli’nin rahatlığı Nişanyan’ın baş tacı edilmesinden.

Babylon Gever
Ali Sürmeli Hocamı çok seviyorum kendisine kucak dolu selamlarımı iletin. Bir ara ona bir omlet yaparız barışırız.

Tamer Yazar
Kelimelerimin değerinden bir şey kaybetmemesi adına Ali Sürmeli'nin yorumu adına tüketim yapmama karari aldım.


“Kuzguncuk sahilinde kahveme  Agos eşlik ediyor”

Hakan Karayavuzoğlu

Siz de Agos’la çekilmiş fotoğrafınızı paylaşmak isterseniz derkenar@agos.com.tr’ye iletebilirsiniz.

 

Kategoriler

Derkenar