Castigat ridendo mores* ya da ölümünün 125. yılında Hagop Baronyan

Baronyan, hicviyle alabildiğine eleştirdiği Ermeni ruhban sınıfı ve aristokratlarıyla her seferinde ters düşmüş, toplumun ekonomik kaynaklarını çoğu zaman kendi maddi ve manevi çıkarlarını gözeterek yönettiklerini düşündüğü bu kesimlerle olan anlaşmazlığı nedeniyle büyük fakirlik içinde yaşamıştı. 45 yaşında vereme yakalandığını öğrendiğinde dahi her hal ve şart altında direnmekten vazgeçmemişti. *İlk olarak Fransız şair Jean-Baptiste Santeul (1630-1697) tarafından kullanılan “ahlakı gülerek düzeltmek” anlamındaki Latince deyiş.

Ermenicede mizah anlamına gelen ‘yerkidzank’ kelimesi, ünlü dilbilimci Hraçya Acaryan’ın ileri sürdüğü biçimiyle, temelde ‘yırtmak, çatlatmak, patlatmak, üstünü çizmek, işaretlemek’ gibi anlamları olan ‘yerkedz’ kökünden türetilmiştir. Bu açıklamadan yola çıkarak baktığımızda, kuşkusuz ‘mizah’ denen olgunun insanlık tarihinde sahneye çıkış amacı ve seyrine paralel bir ‘yerkidzank’ tarihiyle karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz. Bu yazı, en temelde ‘iktidara’ karşı koyma, her hal ve şartta “Kral çıplak!” diyebilme gücünü gösterme iradesinden, bir diğer anlamıyla ‘direnme’ iradesinden beslenen ‘yerkidzank’ın kurucusu sayılan Hagop Baronyan ve Baronyan’ın kendi ürettiği dilde ve şehirde ‘yok oluş’ ve ‘dönüş’ünü ele alıyor. 

Mizah ve Baronyan

Tanzimat Fermanı’yla birlikte hız kazanan Batılılaşma çabaları çerçevesinde artan matbaacılık faaliyetlerinin, genel olarak İmparatorluk basınında yarattığı etki, Osmanlı’da henüz oturmamış bir tür olan mizah basınının, dolayısıyla mizah edebiyatının da serpilmesine zemin hazırlamıştır. Kuşkusuz, kaynaklarını sosyal ve siyasal meselelerde bulan bu ‘modern mizahın’ hitap ettiği kesimler okuma-yazmayı bilen, belli bir kültür seviyesine ve düşünce muhakemesine sahip kesimlerdi ve bu durum şüphesiz beraberinde eleştirel bir gülmeyi çıkarmıştı ortaya. Tarihçi Irene Fenoglio’nun ortaya koyduğu üzere, mizahın izlediği bu seyir devlet için tehlikeli ve yıkıcı bir durum oluşturmuştur ve 1850’lerden itibaren özellikle Ermenice çıkan mizah dergileriyle serpilmeye başlayan Osmanlı mizahı, 1877’de patlak veren 93 harbinin hemen ardından tamamiyle yasaklanmıştır.

Baronyan'ın el yazısı

Tarihçi Anaide Ter Minassian’ın Osmanlı Ermeni mizahının da ilk evresi olarak saptadığı söz konusu dönemin** (1852-1877) en göze çarpan figürü, içinde bulunduğu hal ve şart ne olursa olsun “Kral çıplak!” demekten vazgeçmeyen Hagop Baronyan (1843-1891) olmuştur.

‘Gelecek nesiller’

Bundan tam 125 yıl önce, 27 Mayıs 1891’de, henüz 48 yaşında veremden ölen Hagop Baronyan, çağdaşlarının hemen hepsinin aksine yaşarken büyük bir üne kavuşmuş, kimi kesimler tarafından büyük ilgi ve sevgiye, kimileri tarafından ise nefrete layık görülmüş bir yazardı. İstanbul merkezli Batı Ermeni aydınlanmasının ekonomik, siyasi ve kültürel alanda en hızlı geliştiği 1870 ve 1880’li yıllara gerek oyun veya düzyazı formundaki eserleri gerekse de Ermenice ve Osmanlıca olarak yayımladığı 10’a yakın etkili mizah dergisiyle damgasını vurmuştu.

Baronyan, hicviyle alabildiğine eleştirdiği Ermeni ruhban sınıfı ve aristokratlarıyla her seferinde ters düşmüş, toplumun ekonomik kaynaklarını çoğu zaman kendi maddi ve manevi çıkarlarını gözeterek yönettiklerini düşündüğü bu kesimlerle olan anlaşmazlığı nedeniyle büyük fakirlik içinde yaşamıştı. 45 yaşında vereme yakalandığını öğrendiğinde dahi, toplumun ilerlemesinin önünde en büyük engeller olarak gördüğü bu kesimlerin mecvut politikalarıyla bir yere varılamayacağına dair inancından ve mücadelesinden geri adım atmayı düşünmemiş, en önemlisi herkesten önce ve  her hal ve şart altında direnmekten vazgeçmemişti.

Ölmeden birkaç hafta önce muayene için gittiği Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nden doktorunun yazdığı reçetedeki ilaçları parası olmadığı için yaptıramadan çıkarken görülmüştü. 1888’de yayınını sonlandırdığı son dergisi Khigar’ın (Bilgiç) sayılarını kapı kapı dolaşarak satmak ve öğretmenlik yaptığı Getronagan Lisesi’nde öğrencilerinin cep harçlıklarından artırarak biriktirip sundukları maddi yardımları kabul etmek durumunda kalan Baronyan’ın son anına dek boyun eğmediği bilinir. Bir keresinde kendisine kalemini biraz daha yumuşatması önerildiğinde “İşkenceye uğrayacağım. Zulüm göreceğim. Zararı yok. Gelecek nesiller ismimi ölümsüzleştireceklerdir nasıl olsa.” cevabını veren Baronyan’ın öngörüsü doğru çıkmış mıydı? ‘Ermenilerin Moliere’i olarak nitelenen, Ermenice mizahın kurucusu konumundaki bu yazardan geriye ne kalmıştı?

‘Moliere’den arta kalan

Hagop Baronyan,  II. Abdülhamid’in baskıcı rejiminin günbegün arttığı 1880’li yılların ikinci yarısında özgürce yazabilmek için o dönem Doğu Ermeni dünyasının politik ve kültürel başkenti konumunda olan Tiflis’teki kimi Ermenice gazetelere yazmayı sürdürmüştü. Bu yönüyle, çağdaşlarına kıyasla Doğu Ermenileri arasında en çok tanınan yazar olmuştu Baronyan. Batı Ermeni mizahının bayrağını ondan devralan Yervant Odyan (1869-1926) Osmanlı Ermeni nüfusunun büyük siyasi açmazlarla ve katliamlarla karşı karşıya bırakıldığı 1890’lı ve 1900’lü yılları çoğunlukla yurtdışında geçirdiyse ve Osmanlı Ermeni mizahı bir anlamda yeşerdiği topraklarda serpilemediyse de, Baronyan’ın eserlerinin 1870-80’li yıllarda yarattığı büyük etki II. Meşrutiyet’in ilanına ve ardından 1915 Ermeni Soykırımı’na dek günbegün artarak sürdü. Bu dönem, Baronyan’a sahibi olduğu büyük ünü kazandıran ‘Adamnapuyjn Arevelyan’ (Şark Dişçisi) ‘Azkayin Çoçer’ (Milli Ağalar) ve ‘Medzabadiv Muratsganner’ (Haşmetlü Dilenciler) gibi kült eserlerin gerek yurtiçinde gerekse yurt dışında tekrar tekrar basıldığı bir dönem oldu. Öte yandan, Batı Ermeni toplumuna onulmaz bir darbe indiren 1915 gibi ağır bir olay göz önünde bulundurulduğunda, 1918-1923 yıllarını kapsayan Mütareke dönemi İstanbul’unda çıkan mizah dergileri aracılığıyla mizahın üretiminin ve Hagop Baronyan’ın eserlerinin şaşırtıcı biçimde ilgi görmeyi sürdürdüğü gözlemlenir. Büyük bir siyasi kaosun hakim olduğu Mütareke’de 1920’de ‘Şoğokortı’ (Dalkavuk), 1923’te ise ‘Kağakavarutyan Vnasnerı’ (Adabımuaşeretin Zararları) okurla buluşturulur. Bu dönemdeki en önemli adım hiç kuşkusuz (Hagop Baronyan’la şahsi tanışıklığı da olan) Hovhannes Setyan’ın, yazarın  toplu eserlerini yayımlama işine girişmesidir (serinin ilk cildi olan ‘Azkayin Çoçer’, 1924’te İstanbul’da yayımlanacak fakat devamı gelmeyecektir). Baronyan’ı Osmanlı Ermeni toplumuna ulaşılabilir kılmayı hedefleyen bu yayıncılık faaliyetleri şüphesiz 1915 Felaketi’nin ardından siyasi ve kültürel alandaki o kaygan zeminde gerçekleştirilmeye çalışılan siyasi-kültürel ‘Veradznunt’ (Yeniden Doğuş) çabaları dahilinde Hagop Baronyan mizahının önemli bir yer tutmaya aday olduğunun kanıtıdır.

Cumhuriyet İstanbul’unda

François Georgeon, erken Cumhuriyet dönemini Osmanlı mizahının kapı dışarı edildiği dönem olarak niteler. Georgeon’a göre Osmanlı gülmecesinin sönümlenmesinde iki temel neden rol oynar: (1) Her devrim gibi Atatürk devriminin de ciddi olması ve mizahın bozguncu gücünden rahatsızlık duyması (2) Osmanlı’nın son yıllarında yaşanan trajik olaylar ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte Osmanlı mizahının en temel malzemesini oluşturan imparatorluğun etnik-dini çeşitliliğinin yok olmasıdır. Hagop Baronyan mizahının cumhuriyetle birlikte kaybolmasını kuşkusuz bu eksende ele almak, fakat üzerine bir de soykırım sonrası Ermeni toplumunun içinde bulunduğu sosyal ve entelektüel krizi de eklememiz gerekir.

Öte yandan, yurt dışına baktığımızda aynı yıllarda Paris, Kahire ve Beyrut başta olmak üzere yeni yeni oluşmaya başlayan Ermeni diyasporalarında Baronyan’ın okunmayı sürdürdüğü, önceki dönemlere kıyasla oldukça cılız kalsa da eserlerinin yeni baskılar yapmaya devam ettiği görülür. İstanbul’daki Baronyan sessizliği (Sovyet Ermenistan’daki Baronyan hareketliliğine paralel olarak) 1950’li yılların sonu ve 1960’ların başında kırılmaya başlanır. Yerevan’da Baronyan’ın toplu eserlerinin gazete ve dergilerde yazdıklarını da kapsayacak şekilde 10 ciltlik bir seri halinde yayımlanması işine girişilmesi, İstanbul’da da yankı bulmuştur. Aramyan Okulu’ndan Mezunlar Derneği’nin çatısı altında bir araya gelerek bir dizi Ermenice eserin tıpkıbasımını yapma işine girişen bir grup entelektüelin çabaları sonucu 1961-62’de yazarın en ünlü eserlerini (Haşmetlü Dilenciler, Adabımuaşeretin Zararları, Ev Hayatından Manzaralar, Bağdasar Ağpar ve Milli Ağalar) yan yana getiren iki derli toplu Baronyan cildi yayımlanır. Bu hareketlilik Ermeni edebiyat eleştirisi çevrelerinde karşılık bulur, dönemin Marmara gazetesi editörlerinden Rober Haddeciyan 1965’te Baronyan’ın kişiliği ve edebiyatını ele aldığı ‘Hagop Baronyani Mdermutyan Meç’ başlıklı eseri okurlarla buluşur. Ne ki, 1960’lı yılların İstanbul’unda Hagop Baronyan edebiyatına yönelen bu ilgi süreklilik kazanmaz ve mevzubahis kitaplar İstanbul’da yayımlanan son Ermenice Baronyan kitapları olur. Baronyan’ın şahsı ise, İstanbullu bir grup entelektüelin yıllar sonra, yazarın Ortaköy Mezarlığı’nda (Bugünkü Lotus Evleri) bulunması gereken mezarının yıllar içinde kaybolduğu gerçeğini keşfederek Ortaköy Ermeni Kilisesi’nin avlusuna bir Hagop Baronyan büstü dikilmesini sağladığı yıl olan 1999’a dek unutulacak, Baronyan’ın mevcudiyeti Ermeni okullarında okutulan bir-iki edebiyat kitabının sayfalarına hapsolacaktır…

‘Heykelini dikmek’

Sigmund Frued 1905 tarihli ‘Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkileri’ kitabında ele aldığı mizahın (humor) biliçaltıyla ilişkilerine, yirmi iki sene sonra yazdığı Mizah (Der Humor) adlı makalesinde yeniden eğilir. “Mizah büyüklük duygusu ve taşkınca bir şey taşır” diye yazar Freud, “benlik (ego) dış gerçekliğin dayattığı acıları yaşamayı, dış dünyanın darbelerinden etkilenmeyi reddeder. Mizah boyun eğmez, meydan okur.” Konu siyasi hiciv olduğunda, mizahın bu özelliğinin katmerlendiğini ileri sürmek yanlış olmaz. Bir başka deyişle amaç, siyasi hiciv aracılığıyla mevcut düzeni, iktidarın kurduğu ve istisnasız her an iktidara çalışan düzeni –kuşkusuz yenilgiye değil– fakat bozguna uğratmaya çalışmaktır denebilir.

Peki İmparatorluk’ta diğer halklara kıyasla köklü bir mizah edebiyatı geleneği olan Ermenilerde mizah niçin yaşamaya devam edememiş, Cumhuriyet dönemi boyunca kaydadeğer bir mizah organı çıkmamış veya orta karar da olsa bir mizah yazarı yetişmemiştir? Ya da daha kolay bir soruyla devam etmek gerekirse: Mizah neden unutulmuştur? Hayatını meydan okumaya, ne olursa olsun “Bu düzen böyle gitmez!” demeye adamış olan Hagop Baronyan neden kendi dilinde ve kendi şehrinde unutulmuştur?

Hagop Baronyan’la Dadyan ve Getronagan’daki öğrencilik yıllarında siyah-beyaz fotokopilerde tanışan, üniversite yıllarında ise Baronyan’ın ‘yokluğu’na ve ‘dönüş’üne yakından tanıklık eden biri olarak kendimde yazıyı şahsi bir notla bitirme hakkını görüyorum.

2005 yılında İstanbul Üniversitesi’nin Rus Dili ve Edebiyatı bölümüne başladığımda, ilk edebiyat dersim için 19. yüzyıl Rus ve Ermeni mizahçıları karşılaştıracağım bir ödev hazırlama hevesine kapılmıştım. Ödev konusunu belirlediğimdeki heyecanım, Moskova’da Hagop Baronyan’ın Rusçaya çevrilmiş kimi eserlerini bulabiliyor olmama karşın İstanbul’da Baronyan eserlerinin ancak birkaçına ulaşabilmek için kapı kapı dolaşmam gerektiğini anladığımda kursağımda kalmıştı. Bir büyüğe danışalım derler ya, hemen danışmıştım. “Hagop Baronyan mı? Heykelini diktik onun yahu!” demişti hemen ve İstanbul Ermeni entelijansiyasına mensup kimi önemli şahsiyetlerin yan yana gelip Patrikhane’yle işbirliği içinde Baronyan’ın büstünü yaşadığı mahalleye, Ortaköy’deki Ermeni kilisesinin avlusuna diktiklerini anlatmıştı. Olay 1999’da yaşanmıştı. “Peki kitaplarını nasıl bulurum?” diye sorduğumda, değerli büyüğüm her bilge insanın yapması gerektiği gibi davranarak soruya soruyla karşılık vermiş, “Uzun iş, ödevi büst hakkında yazsan olmaz mı?” diye sormuştu.

Edirne Rum Okulu. İyi bir öğrenciden çok kendi kendisini yetiştiren biri olan Baronyan, erkek ilkokulu Arşagunyan’da ve 1857’de bir yıl kadar, Edirne’nin Rum okullarından Gymnasion’da eğitim görür. (Roy Arakelian koleksiyonu)

Bu hikâye beni yine aynı yıl Marmara gazetesi genel yayın yönetmeni Rober Haddeciyan’ın kaleme aldığı ‘Hagop Baronyan Veratartsav’ (Hagop Baronyan Döndü, İstanbul, 1999) adlı kitaba götürmüştü. Mevzubahis kitapta Haddeciyan, büst haberini alan Baronyan’ın koşa koşa İstanbul’a geleceği varsayımından yola çıkarak Baronyan’a hayali bir İstanbul ziyareti yaptırtıyordu. Ermeni okullarını, kiliseleri, sevgi sofralarını ziyaret eden, oyunlar ve konserler izleyen Baronyan, İstanbul Ermeni cemaatinin önde gelenlerinin toplumu ayakta tutmak için ne büyük çabalar (ve tabii paralar) döktüğünü görüp “Burada bana mizahlık malzeme de, Ermenilerin bana ihtiyacı da kalmamış!” diyerek öte tarafa dönüyordu. Peki, Rober Haddeciyan’ın “Aramıza döndü!” dediği Baronyan’ın bu ‘yokluğu’ neye işaret etmekteydi? Gerçekten de Ermenilerin Baronyan’a ihtiyacı kalmamış mıydı? Baronyan’ın yokluğu, yazının başlığına taşıdığımız latince deyişi hatırlayarak sorarsak, Ermenilerin içinde bulundukları durumda mizahla, gülmeceyle düzeltme ihtiyacı duyacakları herhangi bir şey bulamadıklarının işareti miydi? Ermenilerin mizahı yitirişi ve kendi mizah edebiyatının kurucusunu kilise avlusunda bir büst olarak hatırlamakla yetinişi, acaba, hani olmaz ya, bir ihtimal, Ermenilerin yüzyıllardır altında yaşamakta oldukları boyunduruktan çıkma, yani boyun eğmeme, baş kaldırma, “Kral çıplak!” deme kapasitelerinin tutsak edildiğinin tersten bir ispatı olarak okunabilir miydi..? Ya da, bugün artık birincil muhatabı sadece Ermeniler olmayan, daha basit bir soruyla bitirelim: Moliere’in ölümünün 125. yıl dönünümde, yaşadığı, ürettiği, öldüğü şehir olan Paris’te herhangi bir biçimde anılmaya layık görülmediğini düşünebiliyor musunuz..?

** Anaide Ter Minassian’ın bölümlendirmesine göre ikinci dönem II. Meşrutiyet’in ilanından 1914’e yaşanan görece görkemli bir dönemi, üçüncü ve son dönem ise son bir canlanma umudunun gözlendiği 1918-1923 arasındaki Mütareke dönemini kapsar.

Baronyan’ın Türkçeye dönüşü

2010-2012: Şark Dişçisi ve Baronyan’la tanışma

Bugün Baronyan’ın Türkiye’nin çeşitli kitabevlerinde boy gösteriyor oluşunu, kuşkusuz BGST’nin Baronyan’ın tiyatrocu kimliğiyle ilgilenmesi ve genellikle İngilizceden yaptıkları okumalar sonucunda, Boğos Çalgıcıoğlu işbirliğinde Baronyan’ın 1869’da yazdığı ‘Adamnapuyjn Arevelyan’ (Şark Dişçisi) adlı ilk komedisinin Ermeniceden çevrilmesi girişmelerine borçluyuz. Temelde görücü usulu evlilikleri ve karı-koca ilişkilerindeki sadakat sorunlarını ele alan yazarın beş perdelik eseri ‘Şark Dişçisi’, tıpkı yazarın sağlığında olduğu üzere, 140 yıl sonra Türkçede de önemli bir yankı buldu. Aras Yayıncılık etiketiyle 2010’da Türkçeye kazandırılan ‘Şark Dişçisi’, izleyen yıl, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın önde gelen yönetmenlerinden Engin Alkan tarafından yaklaşık 3.5 saatlik bir müzikal oyun olarak sahneye uyarlandı. Uzun süre kapalı gişe oynayan ‘Şark Dişçisi’, 2012’de 37.si düzenlenen İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri’nde ‘En İyi Yönetmen’ ve ‘En İyi Müzik’ ödüllerine layık görüldü. 

2013: Bağdasar Ağpar ve Haşmetlü Dilenciler

BGST Yayınları’nın tek ciltte topladığı Baronyan’ın geç dönem eserleri arasında sayılabilecek olan bu iki kitap, 1877’de başlayan II. Abdülhamid döneminin baskılarının arttığı 1880’li yıllarda kaleme alınmışlardı. Mehmet Fatih Uslu’nun Ermeniceden çeviriyle Türkçeye kazandırdığı ‘Bağdasar Ağpar’da  İstanbul’lu zengin bir Ermeni olan Bağdasar’ın, karısının kendisini aldattığını öğrenmesi üzerine boşanmak amacıyla mahkemeye başvurması anlatılır. Karısı Anuş’un boşanmak istememesi ve eşini ikna etmek amacıyla türlü düzenbazlıklara başvurması Bağdasar Ağpar’a etrafında olan bitenin koca bir yalandan ibaret olduğunu gösterir. Ayşan Sönmez’in İngilizce oyunlaştırılmış halini Türkçeye aktardığı ‘Haşmetlü Dilenciler’de gazetesini çıkarabilmek için çabalayan editörlerin, kitabını bastırmaya çalışan şairlerin, tiyatrosunu ayakta tutmaya çabalayan oyuncuların biraz para koparabilmek adına, evlenmek için Trabzon’dan İstanbul’a gelen zengin bir taşralı Ermeni olan Apisoğom Ağa’ya yaltaklanmaları arkaplanında insan ilişkilerindeki sahtelik ve ahlaki değerlerin dejenerasyonu ele alınır.

2014: Tiyatro’nun Osmanlıca ve Türkçe Tıpkı Basımı

Yazarlığı, muhasebeciliği ve öğretmenliğinin yanı sıra, Hagop Baronyan’ın en öne çıkan kimliği hiç kuşkusuz gazeteciliğiydi. Hayatı boyunca, çoğu kısa süre yaşamış olsa da oldukça etkili 10’a yakın dergi yayımlayan Baronyan’ın gazetecilik serüveninde 1 Nisan 1874’te, Osmanlıca yayımladığı Tiyatro’nun özel bir yeri vardır. Toplumsal reformları sağlayacak olan en etkili aracın tiyatro olduğuna inanan Baronyan, halihazırda Ermenice olarak yayımlamakta olduğu Tadron’a (Tiyatro) paralel olarak bir buçuk sene yayımlayabildiği bu dergiyle henüz doğmakta olan Türkçe tiyatronun sorunlarına eğilmiş, Osmanlıca aracılığıyla kozmopolit bir şehir olan İstanbul’da yaşayan her kesime ulaşmayı hedeflemiştir. Şehir Tiyatroları Müdürlüğü (İBBŞT), 2011’de ‘Şark Dişçisi’yle tanıdığı yazarın  Tiyarto’sunu Osmanlıca orijinal sayfaları ve Türkçe çevirileriyle yayımlayarak İmparatorluk’taki dördüncü Osmanlıca mizah dergisini 140 yıllık bir aradan sonra okurlarla buluşturmuştur.

2014: İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti

Baronyan’ın haftalık dergisi Khigar’ı (Bilgiç) çıkardığı dönemde, 1887-88 yıllarında kaleme aldığı ‘Bduyd Mı Bolso Tağerun Meç’, okuru 19. yüzyılın son çeyreğinde Ermeni nüfus barındıran 34 semtte mizah dolu ve şiirsel bir yolculuğa çıkarır. Baronyan, bu kitabında gezdiği her semtin ileri gelenlerinin basiretsizliklerini, zengin-fakir ayrımının yarattığı çelişkili durumları ve dinin mahalle hayatı üzerindeki hegemonyasını ele alır. Eseri Türkçeye kazandıran Hilda Teller Babek’in ilk çeviri çalışmasının herhangi bir redaksiyona tabi tutulmadan basılması, eserin mizah bagajını hatrısayılır bir tahrifata uğrattıysa da, önceki Baronyan çevirilerinin aksine, kitabın iki yıl içinde dört baskı yaparak altı bin tiraja ulaşmış olması hiç kuşkusuz Can Yayınları gibi anaakım yayınevilerinin Hagop Baronyan gibi marjinal yazarların eserlerinin daha geniş kitlelere ulaştırılmasında ne denli önemli bir rol üsteleneceğini kanıtlamıştır.

2016: Adabımuaşeretin Zararları

Baronyan’ın 125. ölüm yıldönümü vesilesiyle geçtiğimiz günlerde Can Yayınları’ndan çıkan bu kitabı Agos Kirk’te Karin Karakaşlı’nın kaleminden okuyacağınızı bildiğimden, içeriğini pas geçip, kitabın iki çevirmeninden biri olma ayrıcalığımı kullanarak tekrar şahsi bir paragraf açmak isterim. Nvart Taşçı’yla birlikte çevirdiğimiz bu kitabı Aras Yayıncılık’ta çalıştığımız dönemde, Ari Şekeryan’ın derlediği ‘1909 Adana Katliamı: Üç Rapor’ (Ocak 2015) adlı kitabı yayına hazırlarken çevirme kararı almıştık. Osmanlıcadan çeviri raporlardan oluşan Adana  kitabının hem kendisi, hem de yaptığımız ek okumalar, tahmin edileceği üzere kanlı ve boğucuydu. Kitaba çalıştığım günlerden birinde, (kendimi iyi bir Baronyan okuru saydığım halde) arkamdaki raflardan birinde bulduğum ‘Adabımuaşeretin Zararları’nı henüz okumadığımı fark edip o ağır okumaların bende yarattığı psikolojik tahribatı dengelemek, yani biraz da ‘komik’ bir şeyler okumak adına okumaya başlamıştım. Kitabı bitirir bitirmez Nıvart’a verip okumasını tavsiye  ettim. Yayınevinden ayrıldıktan sonra, Ermeniceden çeviri yapma pratiğini canlı tutmak adına “Hikâyeler genelde diyaloglarla örülü, kolay çeviririz” nidalarıyla cahilane giriştiğimiz bu faaliyet, daha derin psikolojik tahribatlara yol açmadıysa eğer, bunu hiç şüphesiz çeviri süreci boyunca sık sık başını ağrıttığımız ustamız Ardaşes Margosyan’ın hoşgörüsüne borçluyuz.

2016: Hagop Baronyan’ın Siyasi ve Toplumsal Hicvi

Michigan Üniversitesi Ermeni Çalışmaları bölümü öğretim üyesi Prof. Kevork Bardakjian’ın 1978 yılında Oxford Üniversitesi’nde savunduğu ‘Hagop Baronian’s Political and Social Satire’ başlıklı doktora tezi, Baronyan edebiyatı üzerine hazırlanmış en kapsamlı akademik çalışma olma özelliğini taşır. Fırat Güllü ve Zeynep Okan’ın Türkçeye kazandırdığı, yazarın hayatını ve eserlerini detaylı bir tarihsel arkaplan dahilinde ele alan bu 400 sayfalık tez, Baronyan’ın hatırlanmasında büyük çabası olan BGST Yayınları’nın 2016 Sonbahar programında yer almakta. 



Yazar Hakkında