Hikaye anlatıcısı bir müzisyen

Herman Artuç’la, davul dersleri verdiği, aynı zamanda Los Amigos de Herman, Fungistanbul ve Cosmic Tunnels’ın provalarını yaptığı stüdyosunda buluşarak sohbet ettik.

15 Temmuz gecesi darbe teşebbüsünün yaşandığı sırada, Kadıköy’ün insanı sarmalayan mekânlarından Living Room’da oturmuş, Los Amigos de Herman grubunun yeniden yorumladığı Latin Amerika ezgilerini dinliyordum. Her biri insanın içinde bir yerlere dokunan şarkılara, vokali ve vurmalı çalgılarıyla hayat vermeye başlamadan önce, Herman Artuç, ya söyleyeceği şarkının ya da onun yaratıcısının başından geçenlerle ilgili kısa hikâyeler anlatıyordu. Bizler de bu uzak coğrafyada yaşanan aşkları, acıları, kahramanlıkları, darbeleri sakince dinliyorduk. Kendimi henüz müziğin ritmine kaptırmış, kıtalar arası hayalî bir seyahate çıkmışken, malum gelişmeler nedeniyle, üçüncü şarkıya gelemeden mekândan ayıldım. Artuç’un o geceki sahne performansı en tatlı yerinde kesildi belki ama o hemen her hafta, farklı projeler kapsamında dinleyiciyle buluşmaya devam ediyor. Ortaokul yıllarında Lusavoriç Korosu’nda başladığı müzik hayatına, 2008-2013 yılları arasında yoğun bir şekilde üzerinde çalıştığı ‘Yüz Bin Yüz’ adlı fotoğraf projesi nedeniyle ara veren sanatçı, müzik ve ritim çalışmalarına geri döndü. Artuç’la, davul dersleri verdiği, aynı zamanda Los Amigos de Herman, Fungistanbul ve Cosmic Tunnels’ın provalarını yaptığı stüdyosunda buluşarak sohbet ettik.

‘Ritm Her Yerde’ başlıklı bir projeniz var. Nerelerde sürüyorsunuz ritmin izini?

Vurmalı çalgıların geçmişten günümüze hikâyesi ve müzikte olduğu kadar hayatın farklı alanlarında da var olan ritim üzerine bir araştırma yürütmeye başladım. Farklı meslek gruplarıyla ritim atölyeleri yaparak, trafikteki, şehirdeki, doğadaki ritimler, gece-gündüz döngüsü, hayvanların ritmi, yaşam biçimleri üzerine sohbet ediyoruz. Ritim kavramını sadece müzisyenlerle değil, herkesle konuşmaya karar verdiğimde gördüm ki, bu kavram hepimizin hayatının içinde. Kelimenin kökeni olan ‘ritmus’, Latincede ‘akış şekli’ anlamına geliyor. Müzikte çeşitli seslerle, vurmalı çalgılarla belirli düzenler ve akışlar oluşturuyoruz. Bazen basit, bazen karmaşık olan bu düzenleri hayatın her alanında uyguluyoruz aslında. Bu bağlamda, bir kalp doktoruyla kalbin, bir mimarla mimarinin, bir ev kadınıyla yemek yapmanın ritmini konuşmaya başladım. Bir de içsel ritimler var, bir yemeği severek, deneyimle yapmak, el maharetini kullanmak gibi.

Bu proje kapsamında videolar hazırlayıp, bunları ‘Ritm Her Yerde / Rhythm Everywhere’ adlı Youtube kanalı üzerinden yayımlıyorum. Okay Temiz’in atölyesinde bir video yaptık, birkaç müzisyenle farklı coğrafyalardan vurmalı çalgılar çaldık. Onlara ritmin kendi hayatlarındaki anlamını sordum. Caz gitaristi Cem Nasuhoğlu’yla ‘Herkesin Kendine Özgü Bir Ritmi Var’ başlıklı, bir müzisyenin hayata ve ritme bakışını anlatan bir video çektik. Tamamlamak üzere olduğum bir diğer video da, İstanbul Agop Zilleri fabrikası üzerinden mekânın ritmini araştırıyor. Davul zili üreten Zilciyan ailesinin Ermeni kalfasının kurduğu İstanbul Agop firmasının fabrikasına gidip, zilin geleneksel yöntemlerle nasıl üretildiğini izledim. Ustalar zilleri belirli bir tınıya getirmek için çekiçle döverken ben perküsyon çaldım. Onlara fabrikanın işleyişini, mekânın ritmini anlattırdım. Projenin amacına ulaşması için bu temayı farklı videolarla ele almaya devam edeceğim. Bu benim için ömür boyu devam edecek bir proje.

Fungistanbul’un ilk albümü ‘Phenology’ önemli bir başarı yakaladı. Ne tür yorumlar aldınız?

‘Phenology’, geleneksel enstrümanların ve geleneksel müziğin dünyaya yayılmasını destekleyen bir oluşum olan Transglobal World Music Chart listesine 34. sıradan girdi. Dünya Müziği’nin önemli isimleri arasında yer almak bizim için güzel bir motivasyon oldu.

Fungistanbul’da hem geleneksel Anadolu ezgilerini yorumluyoruz hem de kendi bestelerimizi yapıyoruz. Kendi coğrafyamızın etnik enstrümanlarını çalıyoruz. Temelde doğa temasını işliyoruz. Doğa artık alarm vermeye başladı. Ömer Madra’nın da geçenlerde verdiği bir söyleşide belirttiği gibi, en büyük sorunlarımız politikayla, gündemle değil, doğayla, küresel ısınmayla ilgili aslında. Biz de hem doğayla, hem de toplumla iletişim kurmak istedik. Söyleyeceğimiz sözler, hatırlatacağımız şeyler var. Doğa konusu kimi zaman hafife alınsa da, bu aslında politik bir duruş.

Tıpkı doğaya, özümüze dönüş gibi, müziğin de özüne dönüyoruz. Müziğin özü de aslında enstrümantal. Piyasada çok fazla enstrümantal albüm olmasa da biz albümümüzün ilgi göreceğini biliyorduk, çünkü eksik olan bir şeyi yapmış olduk. Güzel tepkiler alıyoruz. Bugüne kadar yaptığımız konserlerle dinleyiciye temas ettik, onlar da bu tür müzikler dinlemeyi özlemişler.

Yaptığınız müziğin arkasında farklı hikâyeler, kapsamlı araştırmalar var. Los Amigos de Herman grubuyla sahne aldığınızda yalnızca Latin Amerika şarkıları çalıp söylemiyor, aynı zamanda o şarkıların ve yaratıcılarının hikâyelerini de aktarıyorsunuz...

Orada farklı bir coğrafyanın geleneksel müziklerini çalıyoruz. Ben yıllardır Latin müziği yapıyorum. Makine mühendisliği okumak üzere Yıldız Teknik Üniversitesi’ne girdiğimde, davul çalmaya başladım. Davul hocam Feyyaz Çakmak’la, beş sene boyunca, akademideymişçesine çalıştık. Feyyaz Çakmak ve o dönem Türkiye’de yaşayan İtalyan müzisyen Pepe Cursi’yle birlikte Latin müzikleri çaldığımız bir orkestrası kurduk. Ardından Cem Nasuhoğlu (gitarist) ve Nilüfer Çakmak’la (solist) birlikte yeni bir orkestra kurduk. Müzik hayatım hep kulüplerde, otellerde, genellikle kapalı ve özel etkinliklerde geçiyordu. Latin müziğiyle ilgili bir konser projesi hazırlamak ve bu türle ilgilenen insanlara ulaşabileceğim mekânlarda çalıp söylemek istedim. Cem Nasuhoğlu, Zafer Saka ve İlker İsabetli’yle birlikte kurduğumuz Los Amigos de Herman da böyle ortaya çıktı. Araştırdıkça Latin Amerika müziği, şarkıları ve hikâyeleriyle bu coğrafya arasında ortaklıklar gördüm. Latin Amerika’dan örneklerle bir şeyleri hatırlatmak, biraz dışarıdan bakmak, kendi içimizde sıkışıp kalmamaktı amacım.

Geleneksel Latin Amerika müziğinin konusu insan, onun aşkları, hüznü, göçleri, mutluluğu... Hikâyelerimiz ortak aslında. Örneğin Los Amigos de Herman’da, Arjantinli halk ozanı Atahualpa Yupanqui’nin ‘Los ejes de mi carreta’ (Kağnımın Tekerleri) adlı şarkısıyla Aşık Veysel’in ‘Kara Toprak’ını birleştirerek bir beste yaptık. Sıkı bir komünist olan Yupanqui, şarkısında, sevdiğini kaybetmiş, malı mülkü kalmamış bir köylüyü anlatır. Adamın tek varlığı kağnısıdır. Ahali, arabanın gıcırdayan tekerlerine laf edince, “Zaten hiçbir şeyim kalmadı, her şeyimi aldılar, bırakın bari o ses bana arkadaş olsun” der. Türkiye’de Türkçe sözlü bir aşk şarkısı olarak söylenen bu şarkının orijinalini, Âşık Veysel’in ‘Kara Toprak’ ezgisiyle birleştirdik, ikisini bir arada çalıyoruz. Aralarında tını ve hikâye bakımından ortaklıklar var. Âşık Veysel de çiçek hastalığından kardeşlerini kaybetmiş, karısı tarafından terk edilmiş ama her şeye rağmen “Benim sadık yârim kara topraktır” diyor. Onda Anadolulunun kabullenişini, bilgeliğini görüyoruz. İki şarkı da kaybeden insanları anlatıyor.

Sahnede, çaldığımız şarkılarla ve bestecilerle ilgili ufak hikâyeler de anlatıyorum. Hep hikâyesi olan şarkılar çalıp söylüyoruz. O şarkıların ne ifade ettiğini aktarmak ve oradaki duyguyu, bestecinin anlatmak istediklerini dinleyicilere iletmek istiyorum. Grupta şarkı söylesem de kendime şarkıcı değil, hikâye anlatıcısı diyorum. O hikâyeleri seslendirirken insanlara daha iyi dokunabildiğimi düşünüyorum.

Okay Temiz’le birlikte yürüttüğünüz ‘Cosmic Tunnels’ (Kozmik Tüneller) projesinden de söz eder misiniz?

Doğaçlama müzik yapmak, seslerle oynamak, ânın müziğini yakalamak üzerine bir proje. Okay Temiz’le uzun zamandır tanışıyoruz, onunla bir proje yapmayı hep istiyordum. Sürekli üreten, enstrüman yapan, enerjik bir müzisyen. Bu proje benim için hem keyifli hem öğretici oldu. Kontrbasçımız Andreas Metzler ve caz saksafoncusu Barış Ertürk ile birlikte dört kişilik bir grubuz. Zaman zaman farklı coğrafyalardan müzisyenleri misafir etmeyi de amaçlıyoruz.

‘Cosmic Tunnels’ adını seçmemizin nedeni, doğaçlama seslerle, çeşitli enstrümanlarla ve ritimle insanlara dokunuyor olmamız. Aynı zamanda evrene ses yolluyor, kozmik tüneller açıyoruz. Bilim insanlarına göre, kozmik tüneller, çoklu evrenler arasında hızlı geçişleri sağlıyor. Biz tınılarımızla hem insanların kalbine ulaşmak, hem de evrende bir tür yolculuk yapmak istiyoruz. Bu yeni projenin ilk konseri, 22 Aralık’ta Nardis Jazz Club’da olacak. 

Lusoraviç'den bağımsız projelere 

Geleneksel Ermeni müzikleriyle ilişkiniz nasıl?

Müziğe ortaokulda, Hagop Mamigonyan şefliğindeki Lusavoriç Korosu’nda başladım. Çoksesli müzikle ve geleneksel Ermeni ezgileriyle orada tanıştım. Bu müziği dinleyici olarak çok sevsem de, uzun süre müzisyen olarak bununla ilgili bir proje yapmadım. İki sene önce Yerevanlı duduk sanatçısı Suren Asatryan’la tanıştım ve İstanbul’da çıkardığı ‘Aras’ın Gözyaşları’ adlı albümünde vurmalı çaldım. O sırada etnik sazları fırçayla çaldığım yeni bir teknik deniyordum. O albümde, etnik müzikte kendi enstrümanımla neler yapabileceğimi görme fırsatım oldu. Sonra da Fungistanbul yeni bir yol açtı benim için. ‘Phenology’ albümünde ‘Nubar Nubar’ adlı geleneksel bir Ermeni şarkısını yorumladık. Fungistanbul’un albümlerinde, özgün bestelerimizi ve geleneksel şarkıları yorumlamaya devam edeceğiz. Sadece geleneksel Ermeni müziği üzerine bir proje de yapmak istiyorum.

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik

Etiketler

Herman Artuç


Yazar Hakkında