Yerlerinden edilmiş Karabağlılar: Savaş, gelecek kaygısı ve barış içinde bir arada yaşama fikri

Ermenistan merkezli Toplumsal Araştırma ve Danışmanlık Merkezi ‘Socioscope’, İkinci Karabağ Savaşı sonrasında Ermenistan’a ‘yerleşmiş’ Karabağlılarla görüşmeler yaptı. Bu görüşmeler, ‘Savaş, Geleceğin Belirsizliği ve Barış İçinde Bir arada Yaşama’ adlı bir araştırmayla yayınladı.

Ermenistan’ın sosyal durumunun iyileştirilmesi ve demokratikleşmesi için araştırma yapmak, öğretmek ve hak savunuculuğu yapmak amacıyla 2008’de kurulan ‘Socioscope’, savaş ve sosyoekonomik bağlam arasındaki etkileşimleri, Karabağlıların savaşın nedenleri ve savaş beklentisi hakkında geçmişe dönük düşünceler, bölgede gelecek algısı ile barış içinde bir arada yaşama olasılığına bakmak için savaş nedeniyle yerinden edilmiş, Ermenistan’da yaşayan toplam 70 Karabağlı ile görüşme yaptı. Kurum bünyesinde sosyolog ve araştırmacı olarak çalışan Arpi Manusyan ve Mariam Khalatyan ile araştırma sürecini ve sonuçlarını konuştuk. İkili, Ermenistan’da son aylarda alevlenen, İkinci Karabağ Savaşı’nda kaybedilen toprakların ‘geri alınmasını’ savunan eylemlerin toplumsal zeminini Agos’a değerlendirdi.

Araştırmanın amacı neydi?

Arpi Manusyan: Bu bir devam araştırması aslında. Savaştan önce yaptığımız ‘Geriye Bakış: Savaş ve Barış Hakkında Sesler’ araştırmasının devamı diyebiliriz. Savaştan etkilenmiş, çok hassas grupların görüşlerini almaktı amacımız.

Önceki araştırmanızdan bahsetmişken, orada barış içinde bir arada yaşama fikrine dair olumlu görüş bildirmiş görüşmecileriniz vardı. Karabağlıların savaş öncesi ve sonrasında bu konuya bakışlarında değişiklik var mı?

AM: Savaşın, genel olarak barış ve bölgede komşuluğa dair kamuoyunun tutumunu değiştirdiğini söyleyebiliriz. Savaştan önce barışı, barış içinde bir arada yaşamayı mümkün gören insanlar çok daha azdı. Savaş, düşmanlık tutumunu, kurban psikolojisini çok beslemiş. Çevrelerinin düşmanlarla çevrili olma fikri çok daha alevlenmiş durumda. Araştırmamız, barış içinde ortak yaşam olasılığının zayıflamış olduğunu gösterdi. Fakat buna inananlar var, bu sesler var. Elbette barış içinde ortak yaşamı tahayyül etmeyen insanların savaş istediğini veya savaşa hazır olduğunu söyleyemeyiz. Aynı şeyler değil. Her hâlükârda barış içinde ortak yaşam olasılığı çok uzak görünüyor. İnsanlar nesillerin değişmesi gerektiğinden, savaştan doğrudan etkilenmiş gruplar için zor olduğundan bahsediyordu.

Elbette burada görüşmecilerimizin kim olduğunu hatırlamak önemli: Her şeyini kaybetmiş insanlar. Bu insanların yaklaşımları çok daha radikal. Genelde yılların geçmesi, nesillerin değişmesi gerektiğini dile getiriyorlardı. Fakat düşmanca yaşamanın artık mümkün olmadığını, ortak yaşamayı öğrenmeleri gerektiğini savunan görüşmeciler de vardı. Genç bir kadın barış anlaşması imzalanması gerektiğini savunuyordu. Hem Azerbaycan hem Ermenistan hükümetlerinin bir daha savaşmayacaklarına dair anlaşma imzalaması gerektiğini söylüyordu.

“Hepimiz bu savaşı bekliyorduk ama böyle başlayacağını düşünmemiştik. Hadrut’taki büyükler her zaman savaş olacağını söylerlerdi ama bu kadar erken ve şiddetli... Evet, bir savaş olacağını, bir ölçüde toprak kayıpları olacağını biliyorduk. Ama o kadar çok kayıp var ki... Hadrut’a geri dönemeyeceğimi asla düşünemezdim.” (kadın, 14-18 yaş)*

Bunu, Karabağ’a dönüp orada yaşamanın koşulu olarak mı söylüyordu?

AM: Hayır. Küçük kızı da yanındaydı görüşme esnasında. Çocuklarının aynı şeylerin içinden geçmesini istemediğini vurguluyordu. Bunu daha çok savaş olasılığının engellenmesi açısından söylüyordu. Elbette, Karabağ’da tekrar yaşamak için de bir önkoşuldu bu. Şuşi ve Hadrut’tan çıkmış insanlarda ise, oralara dönmeden barışın olamayacağı düşüncesi vardı.

Mariam Khalatyan: Bu, özellikle bu iki yerden gelen görüşmecilerde çok duyduğumuz bir cevaptı. Barışın, o iki bölgenin geri getirilmesiyle mümkün olacağına inanıyorlardı. Tarihsel adaletsizlik duygusu vardı. Sanki büyük bir tarihsel adaletsizlik olmuş ve bunun çözülmesi gerekir.

Raporda da özellikle bu iki bölge halkının evlerini kaybetmelerine çok vurgu yaptığını belirtmişsiniz. Birinci Karabağ Savaşı esnasında oralardan kovulmuş, yerinden edilmiş Azerbaycanlılara dair anlatı yok. Bu hiç konuşulmadı mı? Buna dair hafıza, anlatı var mı?

MK: Bu çok konuşulmadı. Kelbacar, Laçin’e gittiklerinde Azerbaycan izleri olduğundan bahsediliyordu. Fakat orada insanların yaşadığına, savaş sonrasında varlıklarını kaybettiğine dair düşünce yoktu. Bilgi meselesi var. Son savaştan önce insanları hep siyasi söylemlerle, toprakların tarihsel olarak bizim olduğuna dair düşüncelerle beslediler. Bu savaş, insanların bir şeyleri merak etmesine, sorular sormasına, “Bu topraklar kimindi? Bizim miydi, onların mıydı?” sorularını gündemlerine almaya sebep olan bir dönüşüm noktası oldu sanırım. Savaştan önce bu sorular yoktu. Ağdam, Fizuli, Cebrayil gibi yerleşim alanları olmayan, Ermenistan ve Karabağ oligarşisine ait olan bu toprakları iade etme fikriyle daha barışıklardı. Bizim olmayan fakat 90’larda yeniden Ermenilerin yerleştirildiği bölgelere dair tutum farklıydı.

“...Yaşamaya gittiğimizde yağma devam ediyordu, tren rayları sökülüp satılıyordu, taşlar yükleniyordu, binalar yıkılıp, taşlar satılıyordu, satmak için armatürler sökülüyordu, su hatları da... Herkes yalnızca nasıl zengin olacağını düşünüyordu.” (erkek, 35-50 yaş)*

AM: Burada Karabağ meselesinin yıllar içerisinde toprak meselesine dönüştüğünü çok iyi görebiliriz. Ermenistan’ın siyasi anlatısı aslında bunun kendi kaderini tayin meselesi, insan hakları meselesi olduğuna yönelik. Duyduğumuz bu. Fakat kamuoyu algı ve deneyimi açısından, milliyetçi bir retorikten ziyade bir toprak meselesine dönüşmüş. Bunları konuşmamız gerektiğine inanıyorum. Her ne kadar insan haklarından ve kendi kaderini tayin hakkından, savaş sonrasında orada güvende yaşama hakkından bahsetsek, Aliyev’in açıklamaları da meselenin büyük ölçüde toprak meselesine dönüştüğünü gösteriyor. Araştırma boyunca yaptığımız görüşmelerde toprak söylemi çok günceldi.

Devletin yönlendirilmesiyle, tanıdığı ayrıcalıklarla veya kendi iradenle gidip yeniden o topraklara yerleşmişsin, bütün ömrünü orağa geçirmiş, hayat kurmuşsun, çocukların orada doğmuş, artık 18 yaşına gelmiş gençler. Onlar için onların toprağı, evi. Ve artık bu yok. Zamanında orada Azerbaycanlıların yaşadığı, o bölgelerin birinci savaşta ele geçirilip sonra pazarlığa başladığımız anlatılıyor. O sebeple toprak anlatısı özellikle insanların yaşadıkları, evi olarak kabul ettiği yerlere dair. Yerleşim alanı olmayan yerlere dair anlatı farklı, oraların kime ait olduğunu, kimler tarafından kullanıldığını bildiklerinden o topraklara yönelik hep eleştirileri vardı. Gittiklerinde yerleştikleri evde zamanında Azerbaycanlıların yaşadığını anlatanların sayısı çok çok az. Ancak bu, meseleye daha yüksek empati gösterdikleri anlamında da gelmiyor. Şimdi yerinden edilme deneyimine sahip insanlar olarak zamanında o insanların da yerlerinden edindiğini, benzer veya belki daha ağır şeyler yaşadığını anladıkları anlamına gelmiyor. 90’larda devletler henüz toparlayamamış durumdaydı, insanlar çok daha ağır sosyoekonomik koşullardaydı. Yani çok karışık bir mesele. Söylem aynı telden değil, çok karışık.

MK: İnsanlar şimdi şimdi düşünmeye başladı. Yeniden yerleştirme programlarıyla oraya yerleştirilmiş, hayatlarını kurmuş, oraya yatırım yapmış insanlar, “Madem bu savaşın olacağı belliydi, neden yapıyorlardı?” diye sormaya başladılar. Onlara güvenlik ve güvence veren tek şey savaşın olmayacağı inancıydı. Artık isyan, suçlama var.

“Artık yer değiştirmiş, yerinden edilmiş, mülteci veya göçmen olup olmadığımızı bilmediğimiz bir durumdayız.” (erkek, 51-75 yaş)*

Araştırmada görüşmecilerinizin savaştan alt sınıfın etkilendiğini dile getirmesi ilgimi çekti. Sosyoekonomik durumunu inkâr etmeye alışık bir toplumda bu şaşırtıcı. Savaşın, güvencesi olmayan alt sınıfı vurduğuna dair bir isyan var mıydı görüşmecilerinizde?

AM: Bu düşünce çok hâkim değildi. Toprak meselesinde vardı. Toprakların zenginler tarafından kullanılmasına dair isyan mevcuttu. Savaşın sıradan insanları etkilediğini, daha hassas yaptığını çok az kişi dile getirdi. Damgalanmanın çok yüksek olduğu bizim gibi toplumlarda insanların fakir olduklarını söyleyememesi gerçeği kabul edilir. Fakat araştırma gösterdi ki bu savaş öyle bir hassas durum yaratmış ki insanlar bulundukları durum hakkında çok rahat ve açık şekilde konuşmaya başladı. Kendilerinin önemsiz olduğunu, kıymetleri olmadığını, çok fakir olduklarını dile getiriyorlar. Bunun için farklı sebepler olabilir ancak bu bilinç, insanların bu denli açık konuşması ilerleyen süreçlerde insanların düşünceleri açısından çok önemli. Bizim için de bu yeni bir şeydi. İnsanların sosyoekonomik arka planlarına, sınıfsal aidiyetlerine dair sorular hazırlamamıştık ve o konuya çok girmedik. Kendileri sınıfsal boyutları ve bunun savaşla bağlantısı üzerine konuşmaya başladılar.

“Örneğin biri, ‘Zamanında vermeliydik işte’ diyor. Bilmiyorum, fikrim ne olurdu bilemiyorum ama o toprakları yıllarca kimler kullandı, sıradan emekçiler mi kullandı? Hayır, elbette hayır, birkaç kişi kullandı. Binlerce hektar arazi vardı, birkaç kişi kullanıyordu.” (erkek, 35-50 yaş)*

MK: “Neden biz?” sorusu sorulmaya başladı. Neden kendilerinin oraya yerleştirildiğini, sonra her şeylerini kaybettiğini sorgulayan görüşmecilerimiz vardı. Bakü’den olanlar vardı. Bakü’de her şeyini kaybetmiş sonra Şuşi’ye yerleşmiş, hayat kurmuş, şimdiyse Ermenistan’da yaşam kurmaya artık halinin kalmadığını, neden devamlı her şeyini, aile üyelerini, varlığını kaybedip süründüğünü bireysel olarak dile getiren çok insan vardı.

AM: Yani savaşın genellikle alt sınıfı vurduğuna dair değildi konuşmalar, çok bireysel bir yerden bu konuya bağlanıyordu. Öte yandan hükümetlerin savaşlardan kazandığını dile getirenler çoktu. Savaştan önce yaptığımız araştırmada da bu ortaya çıkmıştı. Sistematik analiz olmayabilir ama genel resmi görüyor insanlar.

“Sonunda ne olacağını söyleyemeyecek kadar küçük bir insanım. Ben söyleyemem. Buna siyaset bilimcilerin karar vermesi gerekecek. Biz ne karar vereceğiz?” (kadın, 51-75 yaş)*

Raporda silahlanmanın ve toprakları geri almanın gerektiğinden bahsedenler de var. Son zamanlarda Ermenistan’da gerçekleşen ve ‘Karabağ’ı geri alma’yı savunan protestolar devam ediyor. Toplumun bu meseleye yaklaşımına dair yorum yapmak ister misiniz?

AM: Bu eylemler yurtdışından veya sosyal medyadan baktığımızda çok daha büyük görünüyor. Fakat bu harekete kitlesel halk desteği olmadı. Halkın ilgisiz olduğunu, kutuplaştığını savunuyorlar. Halkı ‘uyandırmaya’ çalışıyorlardı. Bu toplumun bir parçası olan araştırmacı olarak bu eylemlerle halkın endişeleri arasında herhangi bir bağ göremiyorum. İnsanlar daha çok gelecek kaygısı yaşıyor. Güvenli bir hayat istiyor. Dolayısıyla halkı intikamcı olarak göstermeleri gerçekdışı. Topluma büyük zarar verdiklerini düşünüyorum. Eylemlerde bulunan insanların duygularıyla oynuyorlar, devletin komşu ülkelerle öyle veya böyle anlaşma çabalarına zarar veriyorlar. Bu grupların kamu yararını düşündüğünü, toplum için endişe ettiğini zannetmiyorum. Belki aralarında söylediklerine inananlar var. Fakat bu eylemleri yönlendiren güçlerin toplumsal tabakalarla bağı yok. 

Araştırmanın hedefleri

Araştırma, İkinci Karabağ Savaşı’nda yerinden edilen insanların savaş ve barış, bölgede barış içinde bir arada yaşama, kendileri ve Karabağ’ın geleceği hakkında anlayışlarını ortaya koyuyor ve şunları anlamaya çabalıyor:

 

  • Savaş ve sosyoekonomik bağlam arasındaki etkileşimler

 

  • Savaşın nedenleri ve savaş beklentisi hakkında geçmişe dönük düşünceler

 

  • Bölgede gelecek algısı ve barış içinde bir arada yaşama olasılığı

 

Araştırma kapsamında, savaş sonucu yerlerinden edilen ve Ermenistan’ın Kotayk, Ararat, Syunik bölgelerine ve Yerevan’a yerleşen Hadrut, Şuşi, Kelbecer ve Laçin bölgelerinin sakinleriyle Ekim-Aralık 2021 arasında 70 görüşme yapıldı.

 

* Mülakat yapılan kişilerin anlatılarından alıntılar.



Yazar Hakkında