212 Photopraphy İstanbul bu yıl ‘sınırları’ zorluyor

Bir festival, onlarca mekân ve yüzlerce hikâye. Sovyet otobüs duraklarından Latin Katolik Mezarlığı’na, 212 Photopraphy İstanbul’un hem fiziksel hem de metaforik “sınırları” zorlayan sergilerinde gezindik.

Fotoğraf odaklı disiplinlerarası bir şehir festivali olarak 2018’den beri her yıl İstanbul’da düzenlenen 212 Photography İstanbul’un bu yıl sekizincisi düzenleniyor. Sergiler, atölyeler, söyleşiler, film gösterimleri, performans, portfolyo değerlendirmeleri gibi etkinlikleri kapsayan 212 Photography İstanbul’un bu yılki programı 20 mekânda gerçekleşiyor. Ayrıca bu yıl, “Steve McCurry - The Haunted Eye” adlı büyük ölçekli bir sergi de yer alıyor.

27 Eylül’de açılan sergiler, 12 Ekim’e kadar sürecek. Bazı sergiler, 30 ve 31 Ekim’e kadar gezilebilecek. Sergi kapsamında 8 mekâna tek bilet geçerli bir sistem uygulanıyor. St. Benoît Kilisesi, Feriköy Latin Katolik Kilisesi, Müze Gazhane, Taksim Sanat, Institut Français Türkiye ve Beyoğlu Belediyesi İstiklal Sanat Galerisi’ndeki sergiler ücretsiz olarak gezilebiliyor. Diğer sergiler ücretli olarak gezilirken, Steve McCurry’nin sergisi için de ayrıca ücret ödemek gerekiyor. Sanata biçilen paha ve sergi gezmenin ne denli güç olduğunu bir kez daha deneyimliyoruz bu vesileyle.

Fotoğrafçı arkadaşım Berge Arabian’la ücretsiz gezebileceğimiz sergilere gitmek için yola çıkıyoruz. Sergiler ücretsiz olsa da, her durakta İstanbul Kart’a bastığımızda ayrı bir ödeme yapıyoruz elbette. Hatta bir sergi için metroda kart okutup yalnızca üst kata çıkıyoruz sergi alanını gezmek için. Daha sonra da diğer ücretsiz bir sergiye gitmek için yeniden metronun içerisinde turnike katına inip bir kez daha kart okutarak yolculuk yapıyoruz. Biz “sanatseverleri” fazla yormamak adına sergilenen bu ince düşünceyi de görmeden edemiyoruz elbette.

Saint Benoît Kilisesi’nden sınırlara yolculuk

İlk durağımız olan Saint Benoît Kilisesi’nde, Ecem Dilan Köse’nin “İnsanlık ve Sınırlar” sergisini geziyoruz. İstanbul'da hâlâ kullanımda olan en eski Katolik kiliselerinden biri olan Karaköy’deki Saint Benoît’in etkileyici atmosferi ile sanatçının enstalasyonu, bizi sınırların sessiz ve bir o kadar da güçlü varlığıyla karşılıyor.

Video, performans ve enstalasyon alanlarında çalışarak beden, mekân, bellek ve toplumsal yapılar arasındaki etkileşimi sergileyen sanatçı, kişisel bellek ile kolektif algı arasında geçirgen alanlar yaratmaya odaklanarak izleyicilere düşündürücü karşılaşmalar sunuyor. Kiliseyi gezerken sunak kısmında, insan omurgası şeklinde sergilenen bir ekranda video çalışması izliyoruz. Köse’nin, Kuzey ve Güney Kore'yi ayıran çizgiye yaptığı ziyaretten ilham aldığı enstalasyondaki gökyüzü, su ve bitki örtüsünün kesintisiz devam ettiği, yalnızca insanların çitlerle durdurulduğu o çizgi, doğanın sürekliliğini insan yapımı sınırların yapaylığıyla karşılaştırıyor.

Hayvan ve doğa ilişkisini, hayvanların iç içe geçmesi ve bir omurga üzerinden canlı nesnelerle birleşimini kilisede sergileyen Köse, fiziksel bir sınırı da metaforik bir eşiğe dönüştürüyor. Hayvanlar ve omurgaların, insan omurgası ile sunulması ise insanların sınırlarını anlatıyor. Sanatçı bunu, “sınırları aşan bir olay” olarak betimliyor. Video, “Borders belong to humans”, yani “sınırlar insanlara aittir” yazısı ile bitiyor. Kilisenin, ruhani eşliğinde yapılan “itiraf” bölümünde de heykel bir omurga sergileniyor.

‘Sovyet Otobüs Durakları’

İkinci durağımız olan metro istasyonu içerisideki Taksim Sanat’ta da, Christopher Herwig’in “Sovyet Otobüs Durakları” sergisini geziyoruz. 13 ülke, 30 bin kilometre ve 750'den fazla otobüs durağını kapsayan sergi, Kanadalı fotoğrafçı Christopher Herwig'in 11 yıllık arşiv yolculuğunun sonucu. 1960 ve 70'lerde Sovyetler Birliği genelinde inşa edilen sıra dışı yapılar, merkezi bir sistem altında bireysel yaratıcılığın izlerini taşıyor. Herwig'in objektifi, bu durakları yerel mimarlar, zanaatkârlar ve isimleri bilinmeyen tasarımcıların izlerini taşıyan dokunuşları yakalıyor.

Kısmen anıt, kısmen de manifesto niteliğindeki bu yapılar, yerel yaratıcılığı devlet kontrolünün görsel diliyle harmanlıyor. 2002 yılında, Herwig'in Londra'dan St. Petersburg'a bisiklet yolculuğu yaptığı sırada çarpıcı bir otobüs durağıyla karşılaşmasıyla ortaya çıkan proje fikri, Ermenistan'dan Ukrayna'ya, Sibirya'dan Türkmenistan'a uzanan keşifleri ve yalnızca mimariyi değil, yok olmak üzere olan görsel bir dil ve kolektif belleği de belgeliyor. Brütalist beton kubbelerden mozaikli barınaklara, heykelsi geometrilerden pastoral bekleme alanlarına uzanan bu çeşitli formlar, hem ideolojik katmanları hem de kişisel ifadeyi yansıtıyor.

Fotoğrafları incelerken dönemin dokusu, tarihi ve kültürünü derinden hissediyoruz. Ermenistan’daki otobüs duraklarında bekleyen kadınlar, çocuklar, kimisi kuş gövdesinden tasarlanmış eşsiz duraklar ve bu duraklardan kalan izleri anlatanların eşliğinde tarihte yolculuğa çıkıyoruz.

‘Mermere Kazınmış Latin İstanbul’

Sergilerin bir ayağı da Şişli’deki Feriköy Latin Katolik Mezarlığı. Zorunlu göçler, kayıplar ve yitirilenler, mezarlık içerisindeki buz gibi atmosferle bütünleşmiş gibi.

Mustafa Seven'in, “Memento: Mermere Kazınmış Latin İstanbul” sergisi, yüksek duvarların ardında kalan Feriköy Latin Katolik Mezarlığı'nı çok kültürlü hafızanın son tanığı olarak belgeliyor. Latince "Hatırla" anlamına gelen “Memento”, unutulmaya yüz tutmuş Latin Katoliklerin izlerini görünür kılma çabasını ortaya koyuyor. Seven, Memento serisinde, yüzyıllardır bu toprakların asli unsuru olan Latin Katolikler, Levantenler ve Süryanilerin (Asuri-Arami-Keldani) sessiz tanıklığını mermer mezar taşları üzerinden okuyor.

Ermenice, Latince, Fransızca ve Osmanlıca yazıtlı mezar taşları, çok dilli geçmişin kırılgan izlerini taşıyor; göç, savaş ve aidiyet arayışlarının da izlerini saklıyor. Seven'in fotoğrafları, tüm bu izleri, dilleri, kültürleri ve yok olmuş hayatları hatırlatıyor. Sanatçının yakın plan çekimleri, bir aile tarihini ya da soluk bir yazıyı ayrıntılarıyla gösterirken, geniş açılı fotoğrafları ise mezarlığın topografyasını ve mekânsal hafızasını belgeliyor. Sergide, mezarlığa düzenlenen saldırılarda tahrip edilen taşlar ve hikâyeler de ele alınıyor.

Şiddetin izleri…

Seven’in, mezarlık taşları ve heykelleri çektiği fotoğraflar, mezarlık içerisindeki sergi odasında sergileniyor: “Taşlarda, hafızanın yaraları vardır. ‘İç düşman’ ilan edilen azınlıklar, bu topraklarda yalnızca göçe zorlanmadılar; kutsalları da çeşitli zamanlarda şiddetin ve vandalizmin kurbanı oldu. Bu mezarlıkta saldırıya uğramış heykeller, ikonalar yalnızca taşlara vurulmuş darbeler değil; belleğe, kültüre ve ortak yaşama yönelmiş şiddetin izleridir. İroniktir.”

Sanatçının "Gelenek ölmedi" başlıklı köşesinde de, Orlando Carlo Calumeno’nun aile mezarı fotoğrafları şöyle anlatılıyor: “Yüz yılı aşkın bir süredir unutulmuş olan anıt mezar geleneği, burada yeniden hayat buluyor. Orlando Carlo Calumeno’nun kendisi ve ailesi için yaptırdığı bu anıt mezar, geçmişle bağ kurma, hafızayı tazeleme ve her şeye rağmen hala buradayız diyen fiziki bir simge. Gömülmüş gibi görünen gelenek, aslında hiçbir zaman ölmedi; sadece yeniden hatırlanmayı bekledi.”

“Her defin, hâlâ buradayız demenin dile gelişidir”

Latince ve Türkçe, “Kalıntılar insanı anlatır. Zaman aşındırır, hafıza korur” sözleriyle sergilenen fotoğrafların bazılarında da, bugün İstanbul’da bir avuç kalmış bu toplulukların kültürel ve dini ritüellerini hâlâ sürdürmelerinin önemi vurgulanıyor. Fotoğraflara, “Sayımız küçük, hafızamız büyük. Definler ve ritüeller, her geçen gün azalan Latin Katolik cemaatin varlığını her şeye rağmen hâlâ koruduğunu ve dirençle ayakta durduğunu gösteriyor. Her defin, toprağa bırakılan bir bedenin ötesinde, hafızanın, kimliğin ve hâlâ buradayız demenin dile gelişidir” cümleleri eşlik ediyor.

Zorunlu göç ve sürgünler ise şöyle kaleme alınıyor: “Sürgün bir yaradır.”, “Biz kimiz ve neden buradayız?’ Zorunlu göçün getirdiği bu soru, aidiyetin yitimi ve kimlik arayışının yankısıdır. Topraklarını, köklerini geride bırakmak zorunda kalanların kimliği, bu eksiklik üzerinden şekillenir. Sürgün, yalnızca göç değil; hafızada, dilde ve kimlikte kapanmaz bir yaradır. Göç, sürgün, sığınma… Aidiyet ve kimlik arayışında ölümle yüzleşme!”, “Kaybettiklerimizi hatırlamaya mecburuz.”

“Kaybolmadı, yalnızca saklandı. Genel itibariyle azınlıklar, özelde Latinler, yüzyıllar boyunca bu toprakların, İstanbul’un çok kültürlü yapısının asli unsurlarından biri oldular. İstanbul’un kimliğine her alanda ciddi katkılar sundular. Ticaret, sanat, mimari ve sosyal yaşamda bıraktıkları izler, kentin belleğini zenginleştirdi. Ancak politik, dini ve toplumsal nedenlerle bu topraklardan koparıldılar, terk etmeye zorlandılar. Bu gidiş sadece insanlarla sınırlı değildi; bir yaşam biçiminin, bir kültürün, ortak hafızanın ve birlikte yaşama iradesinin kaybıydı. Komşularımız, iş arkadaşlarımız, dostlarımızdılar. Bugün bu boşluğu neyle doldurduğumuz, zengin ortak kültürün nereye evrildiğini ve sonuçlarını görmek çok zor değil.”

Bu taşlar, barışın değerini sessizce hatırlatır

“Barış yaşamın kurtuluşudur”, “Osmanlı İmparatorluğu müttefik ordular için önemli bir üs konumundaydı. Çok sayıda Fransız ve İtalyan asker, cepheye gitmeden önce burada konakladı; ancak salgın hastalıklar yüzünden hayatlarını kaybettiler. Katolik askerler Feriköy Latin Katolik Mezarlığı’na gömüldü ve anılarına anıtlar dikildi. Bu taşlar, savaşın kayıplarını ve barışın değerini sessizce hatırlatır.”

McCurry'den kapsamlı seçki

Çağdaş fotoğrafın etkileyici isimlerinden Steve McCurry’nin, MGSÜ Tophane-İ-Amire Kültür Sanat Merkezi’ndeki “The Haunted Eye” sergisi de, 50 yıllık kariyerini kapsayan yaklaşık 200 eserden oluşuyor. Hem ikonik imgeler hem de daha önce hiç görülmemiş fotoğraflar içeren bu kapsamlı seçki, McCurry’nin bugüne kadarki en büyük sergilerinden biri. Güney Asya'dan Ortadoğu'ya, Afrika'dan Latin Amerika'ya McCurry'nin yolculukları, insan varlığı üzerine evrensel bir anlatı sunan görsel bir arşiv yaratıyor. The Haunted Eue, sanatçının popüler olan “1984 Afgan Kızı” portresinin ötesine geçiyor. Ancak bu sergiyi gezebilmek için ayrıca kayıt yapmak gerekiyor.

Akaretler, Yapı Kredi bomontiada, 212 Studio, Küçük Mustafa Paşa Hamamı, Institut Français Türkiye, Müze Gazhane, Yeldeğirmeni Sanat, İstiklal Sanat Galerisi ve Ceneviz Sanat’ta 16 sergi daha mevcut. Festival, yalnızca fotoğraf sergileri ile sınırlı kalmıyor. Söyleşiler, atölyeler, imza günleri, film gösterimleri ve performanslar da yapılıyor.
13’ü paralel olmak üzere 30’dan fazla mekâna yayılan festival, bu yıl “sınırları” zorluyor. Gezmek isteyenler için son gün 31 Ekim.

                         

Kategoriler

Kültür Sanat



Yazar Hakkında