“Hey zenci!”

Aslı Türker ve Özlem Yağız, Tarabaşı’nda, Sierra Leone’den 30-35 kadar arkadaşlarıyla beraber yaşayan Abbas ve Bekir’le yaptıkları röportajı AGOS şapgir’le paylaştılar bu hafta. Abbas ve Bekir, mültecilikten, kaçak olarak sürdürdükleri hayata, kimliksizliğe, göçmenliğe yaşadıkları sorunları anlattılar.

 

ASLI TÜRKER
 
asli.turker@gmail.com
 
 
ÖZLEM YAĞIZ

y.ozlem2@gmail.com

Tarlabaşı’ndaki evlerinde röportajımızı yaptıktan sonra beraberce Beyoğlu’nda orta karar sayılabilecek bir kafeye giriyoruz. Özlem, ben ve aşağıda cümlelerini okuyacağınız Sierra Leoneli arkadaşlar… Kasadaki kız soruyor: ‘Bunları nereden buldunuz Allah aşkına?’ Talihsiz cümle bana ‘Ermeni ama iyi bir insan’ı hatırlatıyor. Çayımızın yanında kötü niyetsiz kabul edilebilecek ancak ayrımcı ve üstenci bu tarzdan nasibimizi alarak masaya geçiyoruz.

Onlar henüz ‘ama’lı cümlelerin önünde bile yer almayanlar. Bizler üst kimlik, alt kimlik tartışadururken cüzdanlarımızda yer alan kimlik belgesinden dahi mahrum kalanlar. Tarlabaşı sokaklarını paylaştıkları diğer sakinler, esasen onları en anlaması gereken insanlar tarafından hiyerarşinin en altına yerleştirilmiş göçmenler.

Bu röportaj yapıldığında Abbas ve Bekir,  Sierra Leone’den 30-35 kadar arkadaşlarıyla beraber Tarlabaşı’nda yaşıyorlardı. Göçmenlerin hikâyeleri ne denli farklıysa dertleri de o denli ortak. Ucuz işçiliğe gelince, Afrikalı göçmenler bu sömürüden iki kat fazla pay alıyor. Görünmez olmaya çalıştıklarının farkında olanlar, derilerin rengi dolayısıyla ilk görüşte tespit edilebildikleri gerçeğinden elbette faydalanıyorlar. (1)

Bir Pazar günü, yoksulluğuna rağmen temizliğiyle dikkatimizi çeken evlerine girdiğimizde naylon parçalarından kendine yastık yapan arkadaşlarını uyandırıp bizi kanepelerine buyur ettiler. Ve bakın neler anlattılar...

  • Mültecilik için başvurduğunuzda ne gibi problemlerle karşılaşıyorsunuz?

Size bir şehir veriyorlar. Örneğin UN (United) bana iki şehir önerdi; Kahramanmaraş ve Mersin. Bunlardan birini seçecektim. Soracak ne yerim ne de kimsem vardı, Kahramanmaraş dedim. Derken başka şehirlere gönderilen arkadaşlarla konuştum. Kimlik için para gerekiyormuş. Oraya gidersen paran yok. Kalacak yerin yok. O şehirde ne yapacaksın? Bu yüzden git dedikleri zaman gidemiyoruz. Burada kalmayı tercih ediyoruz. Burada en azından “çabuk çabuk” (2) yapıp çalışabiliyoruz. Hiçbir şey bilmediğimiz bir şehre gidemeyiz. Orada yürüyemezsin, kalacak yerin yok… UN’le olan problem bu. Çoğumuz kaydolmak istiyoruz.  Ama kaydolursak bizi başka şehre gönderiyorlar.

  • Size önerilen şehirlere gittiniz mi peki?  “Git şu şehirde kal” dediklerinde ne kadar bir süre için bu izin geçerli biliyor musunuz?

Hayır, gitmedim. Giden birini de tanımıyorum. Eğer UN’e kaydolursan ve Kahramanmaraş’a gidersen sana bir süre veriyorlar. Örneğin önümüzdeki ayın 25’inde görüşmeye geleceksin diyorlar. Ayın 25’inde görüşmen için ayın 10’u gibi Kahramanmaraş’ta olman gerek. İki hafta önce yani. Bir evin olmalı ve bir kira kontratın. Yani polise burada yaşadığını gösteren bir belge. Her hafta polise gidip imza atman gerek, polisin orada ikamet ettiğinden emin olması için. İnsanlar yapılacak iş olmayan yerlere gidip nasıl yaşasın? Çok zor. Buradan Kahramanmaraş’a ulaşım ödemen gerek, orada karnını doyurman gerek, ev tutman gerek. Paran olmadan tüm bunları nasıl yapabilirsin? Kimlik alan birçok arkadaşımız  şimdi kimliklerini yenileyemediklerini söylüyorlar. Çünkü yenilenmesi için ülkene dönmen gerekiyor. Bazılarımız ülkeden kaçtık, dönmemiz sorunlu. Bir kısmımız mental trauma (psikolojik travma) geçiriyor, dönemez. Gittiğinizi düşünelim, bu ülkeye geri gelme olasılığınız nedir? Çok düşük. Kısacası kimlik prosedürü bizim için cehennem!

Kimliğiniz varsa tarihinin bitmesine iki hafta kala gitmeniz gerekiyor yeniletmek için. Bu arkadaşım gitmiş, yenilenmeyeceğini söylemişler. Nedenini sormuş. Ülkene gidip geri gelmen, yeniden vize alman gerekiyor demişler. Bizim için gidip geri gelmek mümkün değil.

·      Bu ülkede kaçak olarak yaşamak nasıl bir hissiyat oluşturuyor?

Bu soruna dair biz esasen çok şanslıyız çünkü polis bizi tutuklamıyor. İstanbul’da olmuyor yani. Beyazları tutukladıklarını, dövdüklerini görüyorum ama biz siyahları dövmüyorlar.  Ama yarın ne olacağını bilmiyoruz. Şimdi bize nazikler, tutuklamıyorlar ama belki yarın bizi kimlik mevzusu dolayısıyla tutuklamaya başlayacaklar.  Hayatlarımız hiç stabil değil. Bazı arkadaşlarımız futbol oynuyor. İyi futbolcular. Ama bir takıma girmeleri çok zor. Çünkü çalışma izni alabilecek kimlikleri yok. Takıma girmek için bir prosedür var. Kimliğin ve çalışma iznin yoksa olmuyor. Bir çok takımla görüştüler, kendilerinden bu kağıtlar istendi.

·      Sağlık kısmını nasıl çözüyorsunuz, devlet hastanelerine kimliksiz gidebiliyor musunuz?

Hayır. Mesela Sierra Leoneli bir kadın arkadaşımız bir ay önce hastalandı. UN’e gidiyoruz. UN bize bir kağıt veriyor, onunla hastaneye gidebiliyoruz. Öyle tedavi oldu. Normalde eczaneye gidiyoruz, ilaç alıyoruz. Hastanelere gitmiyoruz, kayıt olacak belgelerimiz yok çünkü.

·      Kimliksiz yaşamak hayatınızı hareket özgürlüğü anlamında ne kadar kısıtlıyor?

Hep emniyette olmadığımız hissiyle yaşıyoruz. Bu ülkede legal değiliz. Bir ülkede legal değilsen başın dertte demektir. Ne zaman polis görsek kaçıyoruz. Hemen öbür yöne yürümeye başlıyoruz. Ne zaman birilerini topladıklarını, bir olay olduğunu görsek de kaçıyoruz.  Hiç bir belaya karışmak istemiyoruz.  Bir şekilde bizi de götürseler kendimizi savunmak için belgemiz yok.  Genel olarak birçok yere gidemiyoruz. Örneğin Asya yakasına.  Çünkü korkuyoruz.  Bu özel bölgede (Tarlabaşı) mesela tutuklamaya kalksalar hepimizi tutuklayacaklar. Tek bir kişiyi değil. Diğer yerler öyle değil. O yüzden bir arada olmayı tercih ediyoruz.

·      Göçmenler ve diğer gruplar (Kürtler, Romanlar) arasında bazen Tarlabaşı’nda çalışma konusunda problemler olabiliyormuş. Sen çalışmaya çıkma ben çıkacağım gibi. Kağıt toplama işi misal.

Evet, bazen olabiliyor. Tarlabaşı’nda çok Kürt var. Mesela bazen “burası benim bölgem sen giremezsin” diyorlar. Her zaman olmuyor ama bazen. Yine de çok fazla karışmıyorlar. Yani bizim deli olduğumuzu düşünüyorlar galiba, buraya gelmiş Afrikalılar. Sanırım çift taraflı bir korku var, onlar bizden korkuyor, biz de onlardan.

·      Bir kaç sene önce buraya gelmeden neler yaşayacağınızı bilseydiniz yine de gelmek ister miydiniz?

Benim için şu an Türkiye’de özellikle de İstanbul’da yaşamak, ülkemde yaşamaktan çok daha iyi. Eğer İstanbul’daki şartlarımız şu anki durumuna göre iyileşirse İstanbul’da kalmayı çok isterim. Ben çalışmak için burdayım. Çalışırsam ve para kazanırsam ülkeme dönüp iş kurmak isterim. Burada iyi bir şeyler yapma şansım olursa burada yaparım. Ama bu şartlarda çok zor. Biz sadece daha iyi bir gelecek için dua edebiliyoruz. Sistemlerin değişmesi için. Aslında Türkiye güzel bir ülke. Bazı insanlar nazik ama sistemin iyileşmesi gerek. Dökümantasyon sisteminin mesela.

Burada beraber yaşama anlamında ilişkilerin de iyileşmesi gerek. Örneğin bizi şu an görseler, dışarı çıksak, hepsi şaşırır. Kardeşleriyle (bizi kastediyor) geziyor olmamıza. Sadece arkadaşlıktan bahsediyoruz. Merhabalaşmaktan. Bizim kız kardeşleriyle arkadaşlık etmemize öfkelenirler. Biz siyahların, onlara yakınlaşmasına izin vermiyorlar. Bu bir yerde ahlaki ama yerel bir ideoloji. Diğer Avrupa ülkelerinde arkadaşlarımız var. Beyazlarla geziyorlar, hiçbir problem yaşamıyorlar. Ama biz İstanbul’da bunu yapmaya kalksak problem yaşarız. Dışarıya çıkmadan görüşürseniz problem yok ama sokağa çıktığınız an sıkıntı başlıyor. Arkadaş olsanız bile sizinle gözükmek istemezler. Onlar da biz de diğerlerinin tepkisinden korkarız. Bu yerel davranış şekli değişmeli. Birisi sizin kızkardeşinizle konuşuyorsa ilişkisi var anlamına gelmez ki. Bu varolma çabasıdır. Arkadaşlarımıza beyaz kızlarla hiç bir ilişkimiz olmadığını söylüyoruz, erkeklerle de çok az. Erkeklerle biraz ilişki kuruyoruz ama kızlarla mümkün değil. Bunlar bizi çok mutsuz kılıyor.

·      Sizi tanımıyorlar, ondan korkuyorlar. Korktukça da tanımayacaklar..

Hayır tanısalar da korkuyorlar. Bak şimdi birazdan beraber dışarı çıkınca sokakta bakışlarını göreceksin. Belki biz dönerken yanımızda sizi gördükleri için bıçak çekecekler bize, dönerken başka bir yoldan geleceğiz eve. İstanbul’da insanlarla ilgili sorunumuz bu. Çocuklara şaşırıyoruz en çok, ne kadar saldırganlar. ‘Hey zenci!’ diye seslenerek alay ediyorlar bizle. Biraz da bu yüzden sokaklarda dolaşmayı pek sevmiyoruz. Ya evimizin çevresinde ya da evde geçiriyoruz çoğu zaman boş vakitlerimizi. Kışkırtıldığımızda provoke olmak istemiyoruz.

Çocuklar sözkonusu olunca bir an birbirimize bakıyoruz Özlem’le. Salt çocuk acımasızlığından değil bu durum. O çocuklar da zor yollardan, topraklarından koparak geldiler buraya. Aslında tıpkı sizler gibiler onlar, ondandır bu sertlikleri, acımasızlıkları diye geçiriyoruz içimizden.(3) 

Son söz olarak; o çocuklardan çok mu büyüğüz biz dersiniz? Yaklaşan bir Afrikalı gördüğümüzde, kafamızı tedirginlikle çevirmeden ‘dünya hepimize yeter’ diyebiliyor muyuz?

 

(1) Birçok göçmenin kaçak da olsa istihdam edilebildiği sektörlere girme şansları, Afrikalıların tenlerinin rengi sebebiyle hiç yok. Büyük yaptırımları olan kaçak göçmen çalıştırma cezalarını diğer göçmen işçiler için ucuz iş gücü olması açısından göze alabilen iş yeri sahipleri, siyah ırk için bunu yapamıyorlar. Hemen kolaylıkla teşhis edilip başlarına sorun açılacağından korkuyorlar. Az sayıda olan Sierra Leoneli “sista”larının ise hepsi  işsiz.  Afrikalı göçmenlere kalan bu durumda ya sokakta saat ve  bazı otantik şeyler satmak ya da çabuk çabuk dedikleri işlerde çok ucuza çalışmak.

(2)  Çabuk çabuk, Sierra Leonelilerin çalıştıkları işleri tanımlamak için kullandıkları kalıp. Moloz kırma, inşaatlarda taş kırma, hamallık gibi işlerde çalışırken sürekli ‘çabuk çabuk’ diye uyarıldıkları için bu işlerin tamamını ‘çabuk çabuk’ diye nitelendiriyorlar. En fazla haftada 2 ya da 3 kez bu işleri bulabildiklerini söylüyorlar. Bütün gün çalışmanın bedeli 20-25 lira.

(3) 1991 yılında başlayıp BM müdahalesi ile tamamıyla savaşın sona erdirildiği 2002 yılına kadar,  Sierra Leone’de yaklaşık on yıl boyunca elmas, altın, titanyum gibi madenler yüzünden çok kanlı bir iç savaş yaşandı. Dünya basınına kanlı elmas olarak yansıyan iç savaş sonucunda yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiş, 2 milyondan fazla insan mülteci konumuna düşmüş, 20 bin civarında kişi elleri ayakları kesilmek suretiyle sakat kalmıştır. Savaş yılları boyunca uyuşturucuya alıştırılarak çocuk asker olarak kullanılan on binlerce genç halen ya kayıp ya rehabilitasyona muhtaç. Bugün dünyanın en fakir ülkesi sıfatıyla anılan Sierra Leone’de 6,3 milyon dolayında olan nüfusun yarısından fazlası günde bir doların altında bir parayla hayatını sürdürüyor. Ülke nüfusunun üçte ikisi işsiz. Ortalama ömür erkeklerde 42 kadınlarda 45 yaş. Her dört çocuktan birisi beş yaşından önce ölüyor.

Bu röportaj yapıldığı sırada bizi sessizce dinleyen ya da daha az katılan gençler arasında savaş yıllarında babasını, erkek ya da kız kardeşlerini hatta tüm ailesini yitirmiş çok sayıda genç vardı. Bekir 12-13 yaşlarında olduğu o yıllarda 17 ve 18 yaşlarındaki iki ağabeyini, Abbas ise akrabalarından bir çok yakınını yitirerek çok zor şartlar altında gelmişler bu ülkeye.

(4) Sierra Leone’nin yaşadığı savaş yılları ve kanlı elmasın öyküsü için ayrıca bknz.

*http://en.wikipedia.org/wiki/Sierra_Leone_Civil_War

*Sierra Leone’nin Kanlı Elmasları, Ramazan Öztürk   http://kirilmanoktasi.com.tr/Detay.aspx?c=10&i=1238

*http://www.youtube.com/watch?v=8WHl2UmJXYU

Kategoriler

Şapgir