Suriye-Türkiye sınırında Ermeni olmak

Ermeni göç yolları tarihinde sürgün kafilelelerin önemli duraklarından Res ul Ayn'dı. Burayı son terk eden ailelerden biri de Garabedyan’lara mensup Hagop Garabedyan’la, Resulayn’daki yaşamı, bölgedeki diğer halklarla ilişkileri ve Suriye’deki büyük krizi konuştuk.

Adım Hagop Garabedyan. Armenak Garabedyan’ın oğluyum. Babam soykırımdan kurtulduğunda beş yaşındaydı. Kardeşiyle birlikte Nusaybin’den Kamışlı’ya, oradan da Resulayn’a geçmişlerdi. Önceleri Resulayn’ın Türkiye sınırına yakın Arrade köyünde yaşadılar. Sonra Tel Amir’e, oradan Mızre’ye, en sonunda da, 1948’de Mırekiz’e göç ettiler. O tarihten beri bu köyde yaşıyorlar. Toprakları var orada. 1957 yılındaysa Resulayn’da ev yaptılar. Orada Ermeni okulu ve kilise vardı. Ailemizin bir bölümü halen Mırekiz’de yaşar. Kız kardeşlerim oradadır.

Babamın ailesi 35 nüfusmuş. Sasun’un köylerindenmiş. 1915’te bu 35 kişiden sadece babam ve kendisinden beş yaş büyük olan amcam kurtulmuşlar. Hayatta kalmalarını iki kişiye borçlular. Bunlardan biri Sara adında Hıristiyan bir kadın. Diğeri ise Şamuon Hanna İdo adlı bir Nusaybinli. Sara onları Suriye’ye geçirmiş. Babam o yaşında çalışmaya başlamış ve kazandığıyla da toprak almış, ev yapmış.

Ben Halep Üniversitesi’nde ekonomi eğitimi almıştım. Ama aslen çiftçiyim. Aslında biz hepimiz çiftçiyiz. Suriye’nin Cezire bölgesinde yaşayanların tamamı çiftçidir. Res ul ayn’da yaşayan biri topraktan anlamalı. Mırekiz’de biz beş haneydik, köyü biz inşa ettik dersem yanlış olmaz. Bugün de köy topraklarının tamamı Ermenilere aittir ve hepsi çiftçilikle uğraşır.

Sevgi kaldı, Ermeni kalmadı

Res ul Ayn’daki okulun adı önceleri Mesrobyan’dı. Sonra bütün okulların ismi Araplaştırılırken bu okul da El Şuheda olarak adlandırıldı. Surp Agop adıyla bir kilisemiz vardı. Birkaç yıl öncesine kadar kilisede bir papaz da bulunuyordu. Üç yıldan beri Ermeni nüfusu çok azaldı. Kimileri yakındaki Hasake şehrine göç etti. Eskiden Res ul Ayn’ın 50 hane Ermeni nüfusu vardı. Savaştan önce 15 aile kalan Ermenilerden geriye de bugün sadece iki kişi kaldı. Birisi, kiliseye de göz kulak olan Vrej Keşişyan. Diğeri ise Sarkisyan diye bir adam. Köylerde halen çok sayıda Ermeni var. Biraz önce de dediğim gibi, benim ailem de orada.

Ben sekiz yaşındayken soykırımın 50. yıldönümü için yapılan törenleri hatırlıyorum. O zaman da azalmaya başlamıştık. 35 aile kalmıştık ama o nüfusla hem kiliseyi hem de okulu ayakta tutabildik. Burası önemli bir yerdi ve biz orayı ayakta tutmak zorundaydık. Başka yerlerde yaşayan Ermenilerle de iletişim içindeydik. Ermeniler sayılır, hürmet görürdü Res ul Ayn’da. Birbirimize karşı da sevgi doluyduk. Şimdilerde kaybettiğimiz bir şey. Sevgimiz kaldı ama Ermeni kalmadı.

Res ul Ayn eski bir şehir. Tarihte yedi kez yıkılıp yeniden inşa edilmiş. Şehrin tarihi eserleri Halep ve Berlin müzelerinde sergileniyor. Soykırım döneminde burası önemli bir geçiş noktasıydı. Muş’tan, Van’dan, Mardin, Urfa ve başka pek çok yerden gelen kafileler Res ul Ayn’dan geçerek çöle doğru ilerlediler. Birçok insan da burada katledilmiştir. Hatta biz katliamların nerede yapıldığını da bilirdik. Çocukken yerlerini göstermişlerdi bize. Sürekli kemikler görürdük. Bugün de biraz kazırsan kemiklere rastlarsın.

Kamışlı’daki rahip Halep’e gideceği zaman mutlaka Res ul Ayn’a da uğrardı. Bu yolculuklardan birinde başka bir rahip de vardı yanında. Bu rahip, katliamların yapıldığı yerleri göstermemizi istedi. 20 yıl önce yaşanmış bir olay bu. En bilineni “Tallet Mıhmat” adlı bir tepe. Bizimle çalışan genç bir Kürt’ü de yanımıza alarak tepeye çıktık. Sıcak bir yaz günüydü. Sağdan soldan kemikler bulduk. Yakındaki Habur nehrinde yüzen başka Kürt çocuklara rastladık. Onlar yeni buldukları bir kafatasını gösterdiler bize. Rahip bu kafatasını bir peşkire sararak yanına aldı. Ne yapacağını sorduğumda ise, Beyrut’a götüreceğini söyledi. Yıllar sonra o tepe çitlerle çevrildi ve giriş yasaklandı. Rahibin aldığı o kafatası daha sonra Fransa’ya gönderilerek antropolojik testlere tabii tutulmuş. Ardından da Fransa’dan uzmanlar gelip bölgede çalışmalar yaptılar. İşte bu gelişmelerden sonra mesele daha da yayılmasın diye o tepe arkeolojik alan ilan edildi ve bölgeye giriş yasaklandı.

Arapınarı-Kobané

Ermenilere sınır boyundaki tüm şehirlerde rastlamak mümkün. Zaman içerisinde sayıları elbette azaldı, çünkü çoğu Halep’e göç ettiler. Ama örneğin Kamışlı’da halen çok Ermeni yaşar. Bazı yerlerde ise tüm nüfus Ermenilerden oluşuyordu. Örneğin Armuda ve Dırbesiye’de kimse kalmadı. Res ul Ayn’sa bu savaşta Ermeniler tarafından terk edildi. Kobané’de de Ermeniler vardı ama artık onlar da ayrıldılar. Kobané daha çok Kürtlerin yaşadığı bir yer. Res ul Ayn’ın nüfusu karışıktı, orada Ermeniler dışında da Hıristiyan topluluklar vardı.

Şimdiki duruma göre Kobané IŞİD’in eline geçerse ardından da Res ul Ayn’a saldıracaklar. Zaten daha önce birkaç kere saldırmışlardı ama Kürtler her defasında onları püskürttüler. Şimdi de net olarak görünen o ki Arapınar düşerse, sıra Res ul Ayn’a gelecek. Arapınar onlar için önemli, zira burayı işgal ederlerse, Rakka istikametine doğru arkalarını sağlama almış olacaklar. Ardından da Kamışlı’ya saldıracaklar.

Kürtler ve Ermeniler

Kürtlerle bir arada yaşardık, ama çok da dikkatliydik, korkularımız vardı. Tabii ki herkesle değil. Kardeşim gibi güvendiğim Kürt arkadaşlarım vardı, ama bir yanımızla da korkardık. Dedim ya iç içe yaşardık diye, Kürtçeyi de öğrenmiştik. Ben mesela Kürtçe konuşurum. Birçok Ermeni kızı Kürtlerle evlenmiştir. Kürtler erkekleri de iş gücü olarak yanlarına almışlardır. Kürtlerin Ermenilere yardım ettiği çok durumlar yaşandı. Ermeni’den yararlanmak için yardım eden olduğu gibi, sırf insani duygularla yardımcı olanlar da çoktu. Aynı şeyi Ezidiler için de söylemek mümkün.

Çiftçilik bir kişiyle yapılacak iş değildir. Dolayısıyla topraklarımızda bizimle çalışan Kürtler aileleriyle birlikte 15-20 hane olurdu. Bunların önemli bir kısmı da Kürtleşmiş Ermenilerdi. Soykırım döneminde Kürtleşmiş ve İslam’ı benimsemiş insanlardı bunlar. Onlardan üç aile bizimle birlikte yaşadıkları süreçte yeniden Ermeniliğe döndüler, soyadlarını değiştirdiler, vaftiz oldular. Artık Ermeni isimleri koyuyorlar çocuklarına. Aile reisleri onlara, Ermeni olduklarını her zaman söylemişler. Öyle ki bu konuda zaten bir bilinçleri vardı. Bizden biri vaftiz olacağı zaman kendi çocuklarını da getirir, onları da vaftiz ettirirlerdi. Rupen, Misak, Tamar, Talar gibi isimleri vardı bu çocukların. Bunların bir kısmı halen köyde yaşıyor, bir kısmı ise Almanya ve Amerika’ya göç ettiler. Okulun veya kilisenin onlara bir yardımı olmadı.

Kürtlerin sorunları

Devlet Kürtlerin vatandaşlık haklarını tanımamıştı. “Köylerin yabancıları” diye anılırlardı. Bir Kürdün devlet memuru olması olanaksızdı, zira nüfus cüzdanı yoktu. Nüfus cüzdanı olan bir aile tanıyorum, askerlik de yaptıkları halde gelip nüfus cüzdanlarını ellerinden aldılar. Kobané Kürtleri bu konuda daha da zor durumda, zira onlardan hiçbirinin nüfus cüzdanı yoktu. Şimdilerde yeni yeni vermeye başladılar.

Ama tabii çok geç kaldılar. Haklarını olaylar çıkmadan önce vermeliydiler. Hükümete biraz olsun bağlanabilmeleri için bazı kolaylıklar yapmalıydılar. Kürt kültürünün gelişmesine yardımcı olmalıydılar. Ermenilere verdikleri gibi, örneğin okulda Ermenice öğrenebilme gibi hakları Kürtlere de tanımalıydılar.

Bu durumda Kürtler ancak basit işlerde çalışabiliyorlardı. Adam yaşayabilmek için gelip yanımızda çalışmaya mecburdu. Sınava girme hakları bile yoktu. Eğer bir şekilde sınava katılsa bile üniversiteye gidemez, gidebilse bile memur olamazdı. Çok zorluklar yaşadılar ve şimdi de fırsatı değerlendiriyorlar.

El Nusra’dan IŞİD’e

Başlangıçta iki büyük grup Suriye’deki rejime karşı çıkmak için fırsat bulunca, Kürtler El Nusra cephesiyle anlaşmaya çalıştılar. Hatta El Nusra Res ul Ayn’a gireceği zaman Kürtlerle anlaştılar da. Ancak sonrasında bu anlaşma yürütülemedi ve Kürtler El Nusra’yı püskürttüler. Üstelik de ağır silahları yoktu. Şimdi Kobané’de de El Nusra veya IŞİD’e karşı savaşırken ağır silahları yok. Onları yenebilmek için tanklara ihtiyaçları var.

Suriye’de artık güvenli bir yer kalmadı. Belki bizim oralar biraz daha iyi sayılabilir. Kürt bölgesindeyiz ve burada artık her şeyi onlar yönetiyor. Kürtler bizimle uyum içindeler. Aslında soykırım yıllarında Türklere yardım etmenin vicdan azabını çekiyorlar. O dönemde onlar da çok Ermeni kestiler ve şimdi bunun vicdan acısını duyuyorlar.

IŞİD gerçi Res ul Ayn’a ulaşamadı ama El Nusra cephesi ulaşmıştı. 2012 yılının Kasım ayında El Nusra Türkiye’den gelerek bizim taraflara girdi. Res ul Ayn’ı işgal ettiler. Ama ardından Kürtler geldi ve bir anlaşma yapıldı, cephe geri çekildi. Aslında kovdular demek daha doğru olur. Türkler çok yardım ettiler El Nusra cephesine, nitekim onlar da Res ul Ayn’dan ayrıldıktan sonra tekrar Türkiye’ye döndüler. Biz o zamanlar oradaydık. Ermeni erkekleri birkaç gün nöbet de tuttular. Gerçi bize bir şey olmadı ama epeyce korkmuştuk. Bu olaydan iki hafta sonra çocuklarımı Ermenistan’a gönderdim.

Türkiye’nin Kürtlere ve Hıristiyanlara karşı bütün bunları kasten yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Ama bir görgü tanığı olarak diyebilirim ki, Türkiye Suriye’nin yıkılması için her yolu deniyor. Bunu sadece Esad’a, yönetime, halka veya Suriyeli Kürtlere karşı oldukları için yapmıyorlar. Kanımca, çok kirli bir oyunun içindeler ve genel olarak Suriye’yi yok etmek istiyorlar. El Nusra cephesi, Res ul Ayn’a girmeye çalıştığı zaman Suriye ordusu henüz oradaydı. Ama Türkiye’den tank atışlarıyla Suriye ordusunun hareketini engelliyorlardı.

IŞİD’in kime hizmet ettiğini biz de bilmiyoruz. Başlangıçta Suriye hükümetinin kurduğunu zannetmiştik. Sonra Amerika’nın çıkarlarına hizmet ettiğini gördük. Şimdi Türkiye’ye çalışıyor. Nihayet tüm bu teoriler de yanlış çıkıyor. Anlamadığım tek şey, 30 ülke güçlerini birleştirdikleri halde nasıl oluyor da IŞİD’i yok etmek için üç yıla ihtiyaç duyuyorlar. ABD, İngiltere, Suudi Arabistan, ufacık bir IŞİD’e etki edemiyorlar mı? Aslında istedikleri zaman yok edebilirler. Ama onların esas istediği, önce Suriye iyice yıkılsın, savaş epeyce sürsün, ülke çok ağır borçlar altına girsin, borcunu değil borcun faizini ödeyemez hale gelsin istiyorlar. Göreceksiniz savaşı ancak o aşamada sonlandıracaklar. Bizim hükümetin en büyük yanlışı da burada ortaya çıkıyor. Zamanın kendinden yana olduğunu zannetti ama, zaman kendisine karşı.

Kategoriler

Güncel Diaspora Gündem