Karabağ’da bir başarı hikâyesi

Karabağ Savaşı yıllarında arkadaşlarıyla birlikte evlerinin arka bahçesinde oynadıkları bir mayının patlaması sonucunda altı yaşında kör olan, aynı savaşta babasını kaybeden, ancak pes etmeyen Artak Beglaryan, bugün Karabağ Cumhurbaşkanı’nın basın sözcüsü.

ALİNE OZİNİAN
alineozinian@gmail.com

Körler okulunda başlayan eğitim hayatına, İngiltere ve Amerika’nın en iyi üniversitelerinde devam eden Beglaryan, yurduna hizmet için geri döndü ve henüz 26 yaşında birkaç ömre yetecek kadar başarı biriktirdi.

Biri size, “Karabağ Cumhurbaşkanlığı basın sözcüsünün gözleri görmüyor” dese herhalde şaka yaptığını düşünürsünüz. Ama bu bir şaka değil, gerçek. Gözleri görmeyen Artak Beglaryan, uzun yıllardır Karabağ’da resmi görevlerde bulunuyor. Basın sözcülüğünden önce de, Cumhurbaşkanı’nın danışmanlarından biriydi. 26 yaşından beklenmeyecek bir olgunluk ve tecrübe ile konuşan Beglaryan, en büyük fiziksel dezavantaj olmasına karşın bu kadar başarılı olmasını, “Benim hayallerim değil planlarım var!” sözleriyle açıklıyor.

Artak Beglaryan, uzun süre yurt dışında yaşadı. Yerevan Devlet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olduktan sonra, Yunanistan’daki Selanik Üniversitesi’ndeki eğitimini, Londra’daki UCL ve ABD’deki Tufts ve Fletcher Üniversiteleri izledi.

Bir mayın ve bir çekiç

Beglaryan ile, Karabağ’ın sorunları, tanınması ya da diğer politik gündeme dair sohbete girişmeden önce, “Kör olmak ve tüm bunları başarabilmek… Önce bunlardan konuşabilir miyiz?” diye soruyorum. Gülümseyerek “Nereden isterseniz oradan başlayabiliriz” cevabını veriyor.

Görme yeteneğini nasıl kaybettiğini sorduğumda, o günü tekrar yaşar gibi anlatıyor.

“7 Nisan, 1995. Ben o gün kör oldum. O yıllarda savaşın içinde yaşıyorduk. Biz çocuklar, silahları, kurşunları tanıyorduk, hatta bunların ne işe yaradığını, bizim için tehlikeli olduğunu da biliyorduk. O gün bizim evin arka bahçesinde 4 oğlan çocuğu beraber oynarken, tanımadığımız bir şey bulduk. En cesaretli olanımız çekiçle sert bir darbe indirdi. Hepimiz ağır yaralandık. Benim tüm kemiklerim kırıldı ve gözlerimi kaybettim. Arkadaşlarım da çok ağır yaralandılar. Ellerini, kollarını, ayaklarını kaybettiler.”

Görmeden çamaşır yıkayan çocuk

Altı yaşındaki Artak’ın ve arkadaşlarının oyuncak sandıkları mayın, onun hikâyesinin miladı oldu. Aylar süren tedavi ve rehabilitasyon sürecinin ardından fiziksel olarak sağlığına kavuştuğunda Stepanagerd’ten ve ailesinden ayrılıp Yerevan’daki körlere özel okula nakledildi. Beglaryan, okula girmek için geçmesi gereken sınavı kazanacağından o yaşta da eminmiş. Hayata iyi tarafından bakma huyunu da ta o yaşlardan geliştirmiş:

“Altı yaşında kör olmak zor mu?  Kolay değil, ama evden ayrılmak daha zor. Altı yaşında kör olmak, geç yaşlarda kör olmakla kıyasladığınızda avantajlı bence, adaptasyon daha kolay, kabullenmek daha kolay. Evden ayrılmanın da iyi tarafları oldu. Evde kalsam hiçbir iş yapmayı beceremeyecektim ama ben okulda 10 yaşında çamaşır yıkamaya başladım. Eğer şimdi yemek, temizlik gibi bütün işleri kendim yapabiliyorsam bunu o yıllara borçluyum” diyen Beglaryan’ın, hayatta her şeyin bir mücadele olduğu konusunda en küçük bir şüphesi yok.

Gençler dünyayı öğrenmeli

Beglaryan babasını 1993 yılında, savaşta kaybetti. Annesi ve iki erkek kardeşi o yıllarda  her şeyi oldular. Neye gönül verdiyse desteklediler, yanında olduklarını hep dile getirdiler. Annesi liseyi bitirince eve, Karabağ’a dönmesini istedi, fakat Artak’ın aklından geçenler başkaydı. Kafasında planı hazırdı: İyi okullarda ve yurt dışındaki üniversitelerde okuduktan sonra Karabağ’a faydalı olabilmek.

Bilmediği şehirlerde yaşamanın zorluklarını üzerinde konuşmaya değer bile bulmuyor: “Yeni bir şehir zor değil aslında, ilk günler birileri geliyor genelde, kalacağım yer, üniversite, market ve birkaç yeri daha  gösteriyor. Bir rota belirleyip yaşamaya başlıyorsunuz. Buraya kadar hiçbir sorun yok ama kullandığınız yol olur da bir sebepten kapanırsa, evet o biraz sıkıntılı. O zaman hikâye zorlaşmaya başlıyor ama hayatta biraz da macera lazım değil mi? Bir şekilde onun da üstünden geliyorsunuz.” Birden, çok içten gülüyor ve sonra ciddileşiyor: “Korkmamak, paniğe kapılmamak lazım. İkinci bir yol vardır diye düşünmek gerek, herkes için böyle bu…”

Eğitimi, özellikle yurt dışı eğitimini çok önemseyen Beglaryan, “Gençler gitmeliler. Hem orayı anlamalılar hem de bize, Ermenistan’a, Karabağ’a dışarıdan bakmalılar” derken, Ermenistan’ın ve Karabağ’ın genç beyinlere ihtiyacı olduğunu düşünüyor.

“Ben geri geldim, çünkü geri dönmek için gitmiştim. Gençler için Amerika’yı ya da Avrupa’yı bırakıp dönmek zor. Ama gelmeliler, kalmak benim için de iyi olabilirdi, fakat emin olun, bazen zoru seçmek daha iyidir ” diyor.

Her anı dolu dolu

Beglaryan’a sormadan edemiyorum: “Uzun süren eğitim yılları, başarı için durmadan çalışmak, tüm bunları yaparken hiç yorulduğunuzu hissetmediniz mi, vazgeçmeyi düşünmediniz mi?”

Bir an bile düşünmeden, duraksamadan cevaplıyor: “Bizim sizden daha çok boş zamanımız var. Siz televizyonla, şu ya da bu derken dağılıyorsunuz, dikkatinizi toplamak için zaman harcamanız gerekiyor. Benim gibilerin okumak için daha çok vakti var…”

Onun azmi bir tek eğitim ve siyasetteki kariyeri ile sınırlı değil. Gün boyu sosyal medyada oldukça aktif olan Artak’ın sesi da güzel. Ani’yi ziyaret ettiklerinde büyük katedralde okuduğu ayinin videolarını gösteriyor. Vaftiz babası olduğu çocukların, Karabağ’daki festivallerdeki folklor oynadığı fotoğraflarından sonra sıra Ararat’ın zirvesindekilere geliyor.

“Benim genelde planlarım var, hayallerim değil, Ararat’a tırmanmak da öyleydi, istemek önemli” diyen Beglaryan’la Karabağ hakkında konuşmak için buluşmuştuk fakat kişisel hikâyesinin içine sürüklendik. Belki de gerçek zaferler,  gerçek kazanımlar tam da Artak’ın anlattıklarında gizliydi. Bireyin var olma ve kendini kabul ettirme mücadelesi, hayatın en anlamlı kavgası olmalı.