OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Gezi Rabia’nın karşısına düşmez

Olayların neredeyse ilk gününden beri, Mısır, Gezi’ye atıf yapmadan konuşulamıyor. Bu bir ölçüde anlaşılır ama Mısır’da olup bitenler karşısında doğru tavrı almak, darbeci ordunun katliamlarına elimizin erdiği, sözümüzün yettiğince karşı koymak ve kınamak için, olumlu veya olumsuz anlamda, mutlaka Gezi kıyaslaması yapmaya gerek yok. Nitekim, Başbakan aksi ve otoriter tutum takınmasaydı, muhtemelen Gezi diye bir şey olmayacaktı ve Mısır’da olanları böyle bir kıyaslama yapmadan, kendi içinde değerlendirecektik. Yanlış anlaşılmasın, iki olay ve onun aktörleri arasında analitik kıyaslama her zaman yapılabilir. Fakat, birinde bir tavır almak için diğerlerinin diğer olayda aldıkları tavrı bir önşart veya engel olarak öne sürmemek gerekir. Yani, “İlk önce sen Gezi için şunu söyle, sonra ben de Mısır için bunu söylerim” gibi yaklaşımlar doğru değil. Ayrıca, Mısır’daki darbeye tepki vereceklerin Gezi konusunda hemfikir olması da gerekmiyor.

Mısır’da darbe yapanları ve buna direnenleri Türkiye içindeki siyasi gruplarla özdeşleştirip öyle tavır belirlemek de doğru değil. Orada insanlar korkunç muamelelere maruz kaldılar ve kalıyorlar. Silahlı bir güç, iradelerine el koydu, onlar da buna direniyorlar. Gezi’de horlanan, hiçe sayılan, tehdit edilen kitlelerin direnişi ne kadar saygıdeğerse, Mısır’da direnenlerinki de en az o kadar saygıyı hak ediyor. Hatta Mısır’dakilerin direndikleri durumun daha korkunç olduğunu düşünürsek, çok daha fazla cesaret ve metanet gerektiren bir iş yapıyorlar.

Öte yandan, Gezi direnişçilerini küçümsemek, değersizleştirmek ve hatta gayrimeşru göstermek için İhvan direnişçilerini kullanmak da hiç ahlaki değil, zaten bir tespit olarak doğru da değil. Bu yönde birçok ifadeye ve görsele sosyal medyada rastlamak mümkün. Fakat, onun ötesinde, Başbakan da buna tevessül etti. Kentsel dönüşüm (bu tabir de iyice anlamından saptırıldı ya, o tamamen ayrı konu) vesilesiyle geçenlerde düzenlenen bir törende yaptığı konuşmada, Mısır’da tankın üstüne yürürken hunharca vurulan göstericiden bahsederken tekrar tekrar “Onun elinde taş yoktu, molotof kokteyli yoktu” dedi. Çok açık ki, Başbakan burada Mısır’la ilgili bir şey söylemiyor, bunun üzerinden Gezi direnişçilerine vurmaya çalışıyor; yoksa ‘koskoca’ darbe olmuş, insanların üzerine yaylım ateşi açılarak yüzlerce kişi katledilmişken vurulan göstericinin elinde taş var mıydı, yok muydu, ona mı takılacağız? Ama Başbakan takılmış işte. O zaman soralım: O göstericinin elinde taş, hatta molotof kokteyli olsa ne olacaktı, ne değişecekti? O şekilde vurulmasına “Olabilir” mi diyecektik? Onun ve diğer göstericilerin elinde taş olsa, darbeye olan itirazımızın dozunu düşürecek ve hatta yoksa darbeyi onaylayacak mıydık? Bu sorulara “Elbette hayır” diye cevap veriyorsanız, o zaman İhvan direnişçilerinin elinde taş olmadığını tekrar tekrar vurgulamanın ne anlamı var? Bağcı dövmekten başka...

Kimileri de Mursi yönetiminin ve Müslüman Kardeşler’in gerek darbeden evvel, gerek sonra yaptıkları birtakım yanlışları ileri sürüyor. Bunlar söylenemez, konuşulamaz diye bir şey yok elbette ama bunlar hiçbir şekilde darbenin bahanesi, ‘hafifletici sebebi’ olarak kullanılamaz. Bu tür bahaneler, iktidarın ve onun ibrikçilerinin Gezi direnişçileri için “Onlar da şunu yaptılar, bunu yaptılar” demesine benziyor. Velev ki Mursi yönetimi vahim, demokrasi açısından kabul edilemez hatalar yapmış olsun; ordunun darbesi ve arkasından gelen vahşet, bunları ister istemez ikinci planda bırakır. Ordunun Mısır’da yaptığı darbe ve hükümetin Gezi’de takındığı tavır, aralarında doz ve nitelik farkı olmakla birlikte, her birini kendi bağlamı içinde meta-yanlış (veya mega-yanlış) diye tarif edebileceğimiz hamlelerdir. Yani kapsayıcı, süpürücü ve belirleyici yanlışlardır, sürecin merkezine otururlar.

Mısır’daki gibi, insanların can derdinde olduğu olaylarda “şöyle olmalı, böyle yapılmalı” gibi hariçten akıl vermenin yakışıksız bir tarafı olduğu aşikâr ama bazı ilkeleri ifade etmekten de kaçınamayız. Mesela, bu darbenin başarısız olması hem Mısır, hem de Ortadoğu siyasetinin uzun vadede normalleşmesi/demokratikleşmesi açısından çok önemli. Bunu, sadece meydanlarda direnen insanlardan beklemek de haksızlık. AB’nin ve ABD’nin, tereddüdü, hesapçılığı, çifte standardı bir kenara bırakarak, tutuklanan siyasi liderlerin serbest bırakılması, Müslüman Kardeşler’in de isterlerse Mursi’nin, isterslerse başka birilerinin adaylığında katılacakları serbest seçimlerin bir an evvel yapılması için bastırması gerekir. Diğer Müslüman devletlerden bir umudum olmadığı için onları zikretmiyorum.