‘Öteki Gündem’ ve ‘Gündem Ötesi’nde nefret halleri

Medyada nefret söylemi o kadar yaygınlaşmış durumdaki, her gün kanal kanal gezen yorumcular, ırkçılık yaptıklarının farkında bile olmayabiliyorlar. Tabii bu onları masum göstermek anlamına gelmiyor; bir kısmının buz gibi ne yaptığını bildiği aşikar. Bu yazıda ‘Öteki Gündem’ ve ‘Gündem Ötesi’ programlarını ele alacağım.

Malum ‘Öteki Gündem’in ‘sarışın’ sunucusu Pelin Çift, TRT’ye transfer olup ‘Gündem Ötesi’ programını sunmaya başlayınca, ‘Öteki Gündem’ diğer ‘sarışın’ Cansu Canan Özgen’e kaldı. Aslında senelerdir devam eden bu programda o kadar çok etnik ve dini ayrımcılık örneği var ki, bir noktada sınırlamak zorunda kaldım. Türkiye medyasının ahvalini yansıtan tipik iki örnek var karşımızda: Pelin Çift’in ‘Gündem Ötesi’ ve Cansu Canan Özgen’in ‘Öteki Gündem’i. 

Geçersiz din

5 Nisan 2016 tarihli ‘Öteki Gündem’ programında Hıristiyanlık masaya yatırılıyor. Ya da siz öyle sanıyorsunuz. Çünkü programda esasen Hıristiyanlığı izah etmek gibi bir amaç yok. Bütün çaba Hıristiyanlık’ın tahrif edilmiş ve uydurulmuş bir din olduğunu ve asıl dinin İslam olduğunu kanıtlamak. Hıristiyanlık için ‘uydurma, senaryo, tarihsel sapma’ deniliyor.

Program boyunca Hıristiyanlığın temel inançlarının yanlış olduğu belirtiliyor. Hatta İsa Mesih’in evlenmemesi hadisesi bir espri unsuru olarak yansıtılıyor. Prof. Dr. Mahmut Aydın bu konuyla ilgili olarak “Evli olunca Tanrı olamaz. O zaman çocuğu olacak, çocuğunun da Tanrı olması lazım. Daha saf Tanrı olması lazım. Yani iki kat daha Tanrı olur ondan” dedikten sonra konuklar ve sunucu birlikte gülüp eğleniyorlar.

Üç dinin karşılaştırması konusunda yapılan 2 Haziran 2015 tarihli programda ise dinler tarihi uzmanı Prof. Dr. Ömer Harman, Hıristiyanları eleştirerek “Tevhid dururken neden teslise gidiyorsunuz?” ve “Hıristiyanlık problemli, İslam’da problem yok” gibi cümleler sarf ediyor. Felsefeciden çok İlahiyatçı profili çizen Prof. Dr. Caner Taslaman ise bütün program boyunca diğer dinlerin ‘mantıksız’ olduğunu ispatlamaya çalışıyor ve iş bir yerden sonra tebliğe kayıyor.

Fakat bu programdaki en can alıcı diyalog ise şu olmalı: Sunucu İncil’den bir bölümü okurken, Prof. Dr. Harman sözünü keserek “Maşallahınız var, papaz bile sizin gibi bilmiyor” diyor. Cansu Canan’ın verdiği cevap ise ‘sarı saçlarına’ hiç yakışmıyor: “Estağfurullah hocam, araştırıyorum. Allah korusun, ne papazı?”

Vatikan ve papazlar

Programın farklı bölümlerinde Vatikan konusu gündeme geliyor. 24 Ekim 2015’te yayınlanan ‘Öteki Gündem’de, adını cehennem tanrıçası ‘Vatica’dan alan Vatikan’ın tam bir fesat yuvası olduğu öne sürülüyor. ‘Vatica’nın cehennem değil, yeraltı tanrıçası olduğu gerçeği bir yana, Hıristiyanlar için kutsal olan bir merkezin bu şekilde sunulması niyetin pek de iyi olmadığını gösteriyor. Özellikle ‘araştırmacı-yazar’ Ertan Özyiğit, pedofili vakalarına değinilirken ‘papazların eşcinselliği’ ifadesini kullanıyor. Katolik Kilisesi’nde yaşanan bazı çocuk tacizi olaylarının soruşturulmasının üst makamlarca engellendiği ve bu yönde büyük tartışmalar olduğu bir gerçek. Ancak burada sorun, eşcinsellik ve pedofilinin aynı şey olduğunun ileri sürülmesi. Böylece Ertan Özyiğit eşine az rastlanır bir şekilde hem LGBTİ bireylerini hem de Hıristiyanları rencide edici şekilde bir tutum sergilemeyi başarıyor.

Papalar konusu açıldığında Dr. Lütfü Özşahin, Papaların İslam dünyasındaki Kürt ve Ermeni bölücüleri desteklediğini söylüyor. Ayrıca örneğin Türk dostu olduğu için Türk Papa olarak adlandırılan Roncalli’yle ilgili “Türk dostu değil, aslında daha çok Türkçe konuşan Ermeniler ve Yahudiler ile iç içedir” ifadesini kullanıyor. Yani buradan Türkiye dostu olma iddiasında olan bir Papa’nın Ermeniler ve Yahudilerin hayrına bir iş yaparken, aynı zamanda Türklerin hayrına da bir iş yapamayacağı anlamı çıkıyor.

Ve Ayasofya…

Her iki programın da en sevdiği konulardan birisi Hıristiyanlık olunca, laf dönüp dolaşıp Ayasofya’ya varıyor. Pelin Çift’in sunduğu 10 Şubat 2016 tarihli Ayasofya özel programında tüm dünyanın gözünün İstanbul’da olduğu temel tez olarak savunuluyor. Konuk Erhan Altunay, “Osmanlı İstanbul’u aldığında Latinler gibi kimsenin canını almıyor” diyerek tarihi çarpıttığı gibi, adeta aklımızla alay ediyor. Bugün ciddi tarihçilerin de ifade ettiği gibi İstanbul’un fetih sonrası üç gün yağmalandığı biliniyor. Bununla beraber programda Patrikhane’ye dair birçok çarpıtılmış bilgi gerçekmiş gibi sunuluyor. 

Dünyanın patronları

‘Öteki Gündem’ programının en çok rağbet gören konusu elbette komplo teorileri. Bu teorileri geçmişte en çok Aytunç Altındal dile getiriyordu ve kendisi vefat etmeden evvel ‘Öteki Gündem’e sıkça katılıyordu. Şimdi ise Ertan Özyiğit ve Dr. Ramazan Kağan Kurtoğlu, onun yerini almış durumda. Bahsettiğim bu isimlere Türkiye’de antisemitizm üzerine değerli çalışmaları olan Rıfat Bali’nin ‘Komplo Teorileri’ kitabında ayrı bir bölüm ayırdığını da belirtmiş olayım.

Bütün bu teoriler, ‘zengin, para babası, faizci ve gizli ilişkiler ağının ortasında yer alan’ Yahudi imajını tekrar tekrar üretiyor. Nereden bakılırsa bakılsın mantığa aykırı ve sistematik olmayan saçma sapan iddiaların gerçekmiş gibi sunulması, her bakımdan endişe verici. Burada yalnızca Müslümanlar (ve özelde Türkler) iyi ve güzelin temsilcisi, Yahudiler ve Hıristiyanlar ise adeta bu sistemi kan ve gözyaşına boğmak için çabalayan gruplar olarak sunuluyor. Etnik ve dini ayrımcılığın böylesine pervasızca ifade bulması gerçekten utanç verici.

Gargat ağacı

Yahudi denilince olmazsa olmaz olan Gargat ağacı efsanesi de programlarda dile getiriliyor. Kuran’da geçmemesine rağmen, bir hadisle bildirilen bu iddiaya göre, kıyamette Yahudiler ve Müslümanlar arasında bir savaş olacağı belirtiliyor. Bu süreçte öyle bir an gelecek ki,  dağ, taş, ağaç Müslümanlara “Gel arkamda bir Yahudi var” diyecektir. Fakat bir tek Gargat ağacı müstesna. Buna dayandırılarak, İsrail’de Gargat ağacı dikilir denilir. ‘Gündem Ötesi’nin 2 Aralık 2015’teki yayınında Mehmet Ali Bulut, İsrail’de her yerde Gargat ağacı ekildiğinden bahsediyor. Komik ve gerçek olmayan bir yorum olması dışında, bir nefret söyleminin uzantısı olması işi çok daha tehlikeli kılıyor. Bu çerçevede Yahudi ve Müslüman düşman gibi gösteriliyor.  

Brütüsler: Ermeniler

 Medyadaki nefret söylemi içeren hemen her yazıda Ermenilere dair bir şeyler bulmak mümkün. Özellikle Ermenilerle ilgili tek cümleyle özetlenebilecek bir söylem dillere pelesenk olmuş durumda: “Millet-i Sadıka nasıl oldu da bizi sırtımızdan hançerledi?” Aynı bakış açısı ‘Gündem Ötesi’ programında da tekrarlanıp duruyor.

06 Nisan 2016 tarihli Sultan Abdülhamit konulu program “Abdülhamit’in düşmanları kimlerdi?” sorusuyla başlıyor. Doç. Dr. Teyfur Erdoğdu bu soruya “Dış güçler” cevabını veriyor ama “İçeride de dış güçlerle işbirliği yapan Ermeniler ve Yahudiler” diyerek, bu iki grubu derhal düşman kategorisine yerleştiriyor. Bu durum üslup açısından oldukça sıkıntılı. Malum Abdülhamit özellikle muhafazakar çevrenin hayranı olduğu ve adeta kutsal bir kişilik muamelesi gören bir padişah. Bu yüzden Yahudilerin ve Ermenilerin düşman olarak gösterilmeleri, aynı zamanda Türk-İslam düşmanı olmaları sonucunu da getiriyor. Tarihi gerçek ne olursa olsun, o dönemde yaşayan tüm Ermeniler ve Yahudileri zan altında bırakan böyle bir ifade kabul edilemez. Yani Abdülhamit’in politikalarına muhalefet eden Yahudiler ve Ermeniler kimlerdir? Hangi gruplardır? Bunları belirtmeden bütün bir cemaati suçlamak bir tarihçiye yakışmıyor. 

Ermeniler ve Kürtler

Daha acı bir durum ise Teyfur Erdoğdu’nun elleri kanlı Hamidiye Alayları’nı övmesi ve Pelin Çift’in “Hamidiye Alayları’nın Abdülhamit’in muazzam bir adımı olduğunu” ifade etmesiydi. Bu bağlamda, aşiret mektepleri de gündeme geliyor. Abdülhamit’in torunu olan Orhan Osmanoğlu, Kürt ve Arap aşiretlerinin çocuklarının bir nevi esir gibi elde tutulduğu bu okulları överek, bunun harika bir politika olduğunu söylüyor. Bu noktada Erdoğdu devletin bekaasının her şeyden önemli olduğunu belirterek, “Eğer biz Kürt aşiretlerinin çocuklarını hakikaten almış olsaydık, onları bir yandan eğitiyoruz, bir yandan maneviyat eğitimi, bir yandan müspet ilimler ama bir yandan esir tutsaydık, Güneydoğu şu anda güllük gülistanlıktı” diyerek gerçek bir nefret suçuna imza atıyor. Kürtleri devlet elinde istenildiği zaman alıkonulabilecek, istenildiği zaman serbest bırakılabilecek bir tür evcil hayvan konumuna indiren bu sözlerin kabul edilmesi mümkün değil. Ayrıca Ermeni ve Kürt halklarını birbirine düşürmeye dönük insaniyetten nasibini almamış böyle bir politikanın övülmesi mide bulandırıcı.

İttihat ve Terakki’nin tartışıldığı bir diğer ‘Gündem Ötesi’ programında ise yine konu Abdülhamit’e geldiğinde Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Abdülhamit’i tahttan indirenlerin Türk milleti olmadığını, padişahın ‘halli’nin İttihatçıların, Ermeni, Rum, Bulgar ve Yahudilerle işbirliği yapmalarının bir sonucu olduğunu vurguluyor. Burada mesele yine Türkiye toplumunun ezici bir çoğunluğunun gözünde kahraman olan Abdülhamit gibi bir figürün karşısında İttihatçıların, Ermenilerin, Yahudilerin ve Rumların düşman olarak konumlandırılması.

Yine Ahmet Şimşirgil’in Ayşe Hür ile birlikte konuk olduğu ‘Gündem Ötesi’nde Pelin Çift, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasında dış destekli milliyetçilik faaliyeti sürdüren Rumlar, Ermeniler ve diğer cemaatlerin etkisi olduğunu savunuyor. Şimşirgil de bu savı destekliyor. Burada sorun tarihi süreçleri bilimsel kavramlar üzerinden değerlendirmek yerine, belli milletlerin ihaneti ve sadakati mantığıyla okumak. “Türk’e ihanet eden Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar” söylemi artık hiçbir geçerli yanı kalmamış olan hamasete dayalı tipik geri kalmış ülke bakış açısını yansıtıyor. Tabii bu bakış açısı çerçevesinde de devletin ululaştırılması kaçınılmaz oluyor. Şimşirgil, “Siz ayaklanırsanız devlet öldürür” diyerek tarihimizdeki pek çok ayaklanmanın kanla bastırılmasının gerekçesini en yalın haliyle özetliyor.

Programın ortalarına doğru, Şimşirgil, “Millet-i Sadıka’ydın, devlete karşı çıktın” diyerek Ermenileri ayıplıyor. Böylece Türklerin güvenini sarsmış olan Ermeniler, başlarına gelen felaketin müsebbibi olarak -zımnen de olsa- gösteriliyor. Bir tarihçinin bu denli empati yoksunu ve tarihin nesnel koşullarından kopuk bir analiz yapması, bilimsel açıdan geçersiz olduğu kadar, insani bakımdan da kabul edilemez. Hele ki bu daha Abdülhamit döneminden başlayarak Ermenilere yönelik gerçekleştirilen şiddet eylemlerinin ve daha sonra 1915’te yaşanan hadiselerin meşrulaştırılması için bir gerekçe olarak sunuluyorsa, insanlıktan sınıfta kaldığımızın göstergesidir.

Kirli dil

İsa Mesih “İyi insan yüreğindeki iyilik hazinesinden iyilik, kötü insan içindeki kötülük hazinesinden kötülük çıkarır. İnsanın ağzı, yüreğinden taşanı söyler” der. Türkiye’de maalesef medyada kullanılan dile bakıldığında, kalplerin de pek temiz olmadığı sonucuna varabiliriz. Ne yazık ki, konuşurken birbirimizi ötekileştirmeden, dışlamadan konuşamaz hale gelmişiz. Fakat bunun böyle olması, değişemeyeceği anlamına da gelmiyor. İnsanların kendi kullandıkları ifadelerin aslında ne denli yaralayıcı ve dışlayıcı olduğunu anlamaları ile değişimin ufak da olsa başlaması ve gitgide büyümesi mümkün. Bu yüzden belki hepimizin bu konuda uyanık olması lazım. Önce kendi dilimizi temizlemek, sonra da birbirimizi düzeltmek mecburiyetindeyiz.

Dilde temizlik

Binlerce yıldır farklı etnik ve dini kökenlerden gelen insanlar bu topraklarda bir arada yaşadılar. Elbette Osmanlı toplumuna yönelik özellikle muhafazakarların yutturmaya çalıştığı “Eskiden Türküyle, Kürdüyle, Ermenisiyle, Rumuyla, ne güzel mutlu yaşıyorduk” romantizmi gerçeği yansıtmasa da, gelecekle ilgili böyle bir derdimiz olabilir. Yani en azından geçmişteki yaşananlardan bir ders almamız imkansız değil. Belki bundan sonrası için daha uyanık davranmak önceliğimiz olmalı. Şüphesiz daha demokratik, çoğulcu ve paylaşımcı bir Türkiye yaratmak hayali içindeysek, hepimizin yapabileceği bir şey var ve bu belki de en önce kendi dilimizi temizlemekten geçiyor.

*Deniz Ertuğ, Atina Üniversitesi, Felsefe Bölümü, Doktora öğrencisi



Yazar Hakkında