HDV ile eski çalışanı arasında “tazminat” davası: Caner Gönder’in açıklamaları

Hrant Dink Vakfı ile eski çalışanı Caner Gönder arasındaki tazminat davası, İstinaf’a taşındı. Mukavelesi sonlandırıldıktan ve konu yargıya gittikten sonra, önce Hrant Dink Vakfı’nın merkezinde, sonra da Halaskargazi Caddesi’ndeki 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı önünde nöbet tutan Gönder, mahkeme aşamasında Hrant Dink Vakfı’nın davayı İstinaf’a taşımasının hak kaybına neden olacağını söylüyor.

Hrant Dink Vakfı’nda çalışmaya ne zaman ve hangi bölümünde başladınız?

12 Haziran 2023’te Hrant Dink Vakfı’nda ‘kapsayıcı dil atölyesi’nin yürütücüsü olarak işe başladım. Hem referans gösterdim hem de işe girmeden önce iki defa vakıf yetkilileri ile yüz yüze görüşme yaptım. İstenen bütün belgeleri eksiksiz bir şekilde teslim ettim. 

‘Kapsayıcı dil atölyesi’ neleri kapsıyordu, nasıl bir bölümdü, ne iş yapıyordunuz?

Ayrımcılık ve nefret söylemine karşı alternatif bir dil nasıl oluşturabiliriz, bunun atölyelerini yürütüyorduk. Bu çalışmaları yürütmek için de pedagojik formasyona sahip eğitimci bir öğretmene ihtiyaç olduğunu söylediler. Ben de eğitim fakültesi mezunu olduğum için bu pozisyona uygun bir şekilde işe başladım. Daha öncesinde de zaten bağlı bulunduğum kurumlar ve networklerle kapsayıcılık, kapsayıcı eğitim ve dil üzerine çalışmalar yürütmüştüm. 

Çalışma sürecinde çalışma arkadaşlarınızla ve yöneticilerinizle sorun yaşadınız mı? 

Kişisel olarak sorun yaşamadım ama bazı sorunları gördüm. Çalıştığım beş ay 20 günlük süre boyunca çok fazla insan girip çıkıyordu. Bu bana garip geliyordu. 

HRANT DİNK VAKFI'NIN AÇIKLAMALARI İÇİN TIKLAYINIZ

Çalışma arkadaşlarınızla çalıştığınız iş açısından anlaşmazlıklarınız oldu mu?

Yok olmadı, birbirimizi desteklemeye gayret ediyorduk.  Vakıf yetkilileri bana bu işi yapabilmem için eğitmen eğitimi vereceklerini söyledi. İBB bünyesinde uzman bir hoca tarafından eğitmen eğitimi verileceği söylendi. Bir de materyallerin yenileneceği söylendi, çünkü materyaller eskiydi, 2019’dan kalma atölye materyalleri vardı. Bir de benden önce çalışan bir arkadaş, bu konuda bana süpervizörlük yapacaktı. Ama maalesef bunların hiçbiri yapılmadı diyebilirim. 

Neden işten çıkartıldınız?

Bu soruyu ben de Vakıf yetkililerine sordum. İki aylık deneme süreci bitmesine rağmen iki aylık deneme sürecinde vakıf yetkililerine söyledim, ‘ben bu işi yapmak istiyorum, uygunluğum olup olmadığını ben kendim de görmek istiyorum, benim için uygun değilse ben işten ayrılayım, ben uygun değilsem iki aylık deneme sürecinde bir yasal sorun olmadan işten çıkışımı verebilirsiniz’ diye. Ama vakıf yetkilisi bana ‘bu iş için eğitmen eğitimi alacaksın, materyaller güncellenecek, senden önce çalışan arkadaş bu konuda sana destek olacak’ gibi söylemlerde taahhütlerde bulunarak süreci uzattı. Hatta kendisi bizzat söyledi, ‘Bunun için 5-6 ay geçmesi gerekiyor’ dedi, 5-6 ay geçtikten sonra ise bu pozisyona uygun olmadığım söylendi. Bu şekilde bir iş çıkışı yapacağım söylendi. 

Detaya girmediler mi niçin işe uygun olmadığınız konusunda?

Ben yeterli değilmişim gibi şeyler söylendi ama zaten yeterli olmam için gerekli olan taahhütler de yerine getirilmedi. Yeterli denen şeyin altı doldurulmadan yeterli değilsin gibi bir ifadeyle işten çıkarılacağım  söylendi. 

Kapsayıcı dil atölyesinin içeriğiyle ilgili tartışmalar yaşadınız mı, yani şu nefret söylemidir, şu değildir gibisinden. 

Tabii bu zaten tartışmalı bir şey, literatürde de tartışmalı bir şey. Bu ilkesel ve temel değerler anlamında bir tartışmadan değil, süreç içinde dinamik olan bir şey bu kapsayıcı dil atölyesi ve kapsayıcılık. Bununla ilgili tartışmalarımız, konuşmalarımız oluyordu arkadaşlarımızla, nasıl anlatabiliriz, nasıl daha iyi olabilir gibi. Çünkü bu konuda literatür çok fazla gelişmemişken varolan literatür üzerinden ve vakfın belirlediği metodoloji üzerinden, ben de pilot eğitimlerini ve demo derslerini yaptım, bunun üzerine de uygun olmadığım söylendi. 

Mukaveleniz sona erdirildikten sonra neler yaşandı?

Sözleşme şöyle sonlandırıldı: Beni işten çıkaracaklardı, ben de işsiz kalma lüksümün olmadığını söyledim, 5 ay 20 gün geçmiş, deneme süreci geçmiş, ben işbaşı yaptıktan 4 ay sonra evimi taşıdım buraya, kira kontratı imzaladım. İstanbul gibi bir yerde barınmak o kadar zorken işsiz kalırsam barınamayacağımı söyledim. Başka pozisyona da geçebileceğimi söyledim ama bu da kabul edilmedi. Bununla birlikte işten çıkarmalarına rağmen istifa ibranamesi imzalamam istendi, buna zorlandım, ‘bu bizim prosedürümüz herkes bunu imzalıyor’ gibi bir şey söylendi. Kabul etmedim çünkü sendikalı bir öğretmen olarak hiçbir hakkımı hukukumu aramayacağına dair bir ibarenin geçtiği bir ibranameyi imzalamayacağımı söyledim. Bunu sendikama ve avukatlarıma da danıştım. Beni sonra 42 koduyla çıkardılar. 42 kodu malumunuz kötü bir üne sahip. Bu kodla işten çıkarıldığım için ben de haklarımı arayacağımı söyledim. ‘Eğer ki bende olmayan bir yeterliliğim olduğunu iddia ettiğimi iddia ediyorsanız, bunu mahkemede kanıtlamanız gerekir’  dedim vakıf yetkililerine, ‘mahkemede bu iddia ettiğiniz şeyi kanıtlamanız gerekiyor’ dedim, sonra da mahkeme sürecine gittik. 

Dava mı açtınız?

Evet, dava açmadan önce bir arabuluculuk görüşmesi oluyor. Arabuluculuk görüşmesinde kendilerine makul bir alacak teklifinde bulunduk. Kabul edilmedi. Kabul edilmedikten sonra mahkeme sürecine gelindi. Mahkeme süreci bir yıl devam etti. 

Mahkeme süreci için vakıf açıklamasında deniyor ki ‘e -tebligat sistemindeki bir sorun nedeniyle biz mahkeme sürecinden zamanında haberdar olamadık, o yüzden savunma yapamadık’.

Tebligat bize zamanında ulaştı. Hem fiziki olarak hem de e -tebligat olarak. Kendilerine de ulaşmıştır ama kendileri görmemiştir, gözardı etmişlerdir, bu onların sorunu. Bu bence bir bahane çünkü tebligatın ulaşmaması mümkün değil. Bu mahkemenin söylediği şeyin tersini söylemektir Yani mahkeme gerekçeli kararında tebligatın usulüne ve esasa uygun, ‘zamanında taraflara ulaştırılmıştır’ gibi bir ifadesi var. Bize de ulaştı zamanında onlara da ulaşmıştır ama onlar bunu bahane ederek kendilerini savunmadıklarını iddia ediyorlar. Halbuki böyle bir şey yok. Bütün duruşmalara katıldılar, kendi savunmalarını, belgelerini sundular. Biz de öyle yaptık ve nihayetinde mahkemeden biz haklı çıktık. İddia ettikleri 42 koduyla işten çıkarma iddiası ‘haksız fesih’ olarak hüküm giydi, yani işyerinin haksız olduğu ortaya çıktı. Bununla birlikte belirli süreli sözleşme bir güvencesizlik. Belirli süreli sözleşmeden kaynaklı haksız fesih yapan vakfın bundan dolayı da bakiye ücret ödemesine de hükmedildi. 

Vakıf ne teklif etti size?

Vakfın herhangi bir teklifi olmadı. Çözümden yana olduğumuz söylememize rağmen, sürecin hassas olduğunu, vakfın da hassas bir yerde durduğunu bildiğimiz halde, emeklerimizi de heba etmemek üzere hassas davrandık. Ama vakıf hiçbir teklifte bulunmadı, hiçbir teklifimize de olumlu ya da olumsuz bir yanıt da vermedi. Bu da bizi mahkemeye kadar getirdi ve zaten mahkemeden kazançlı çıktık. 

Vakıf, ‘biz yeterli savunma yapamadık o yüzden istinafa götürdük ama hükmedilen para için de teminat mektubunu yatırdık ve istinaf da eğer haklı bulursa faiziyle birlikte ödeyeceğiz, teminat mektubu da bankada var’ diyor. Bu sizin için yeterli bir güvence olmadı mı? 

Kesinlikle hayır. Yeterli bir güvence olmadığını onlar da biliyorlar. İstinaf süreci işverenlere, patronlara sağlanan bir imtiyaz, bu süreci uzatmak için alacakların “hiç” olması için yapılan bir şey. Zaten biz vakıfla istinafa gitmeden önce kendilerine bir teklifte bulunduk, iyi niyet göstergesi olarak,  toplantı talep ettik, 4 ay oyaladılar ve 4 ayın sonunda 28 Mart 2025’te bir toplantı yaptık. Alacaklarımızın bir kısmından vazgeçtik, ödemeler konusunda belki bir taksit yapabilirler gibi bir teklifte bulunduk, bu sürecin kamuoyuna yansımaması için onların da çözümden yana bir tavır alması gerektiğini söyledik. Ama vakıf bu tekliflerimize yanıt vermedi ve süreci istinafa  götürdü, onlar istinafa gidince biz de icra yoluyla haklarımızı almaya çalıştık. Ama burada iki yol ortaya çıkıyor, ya işçi tarafına ödeyebilirsiniz ya da tehrir-i icra yoluyla süreci uzatmak için bir teminat mektubu gönderip alacaklıya haklarını vermemek üzerinden bir yol izlediler. Bir iyi niyet göstergesi olduğunu düşünmüyorum. Yoksa icra müdürlüğüne yatırılan para bize de verilebilirdi. Biz de haczi kaldırırdık ya da icrayı kaldırırdık, ondan sonraki süreç de devam ederdi. Müzakere edebilirdik ama vakıf hem istinafla bu süreci uzatmaya çalışıyor hem de alacaklarımı “hiç” etmeye çalışıyor. Çünkü mahkemenin vereceği faiz yüzde 20 civarında, oysa reel enflasyon oranı yüzde yüze yakın. İstinafta sürecin iki-üç yıl sürdüğünü düşünürsek, alacaklarımın hiçbir değerinin olmamasına sebep olacak. 

Bunun dışında beni çıkardıkları 42 kodu ayıplı bir kod olduğu için ben iş bulamıyorum, bir buçuk yıldır. İşyerlerine SGK dökümü verdiğimde orada 42 kodu görünüyor ve bu 42 kodunu ben yeni çalışacağım yerlere anlatamıyorum  ve benim işsiz kalmama sebep oluyor. Bu benim çalışma özgürlüğüm ve hakkımın ihlali anlamına geliyor. Ve bu süreç istinafla birlikte iki-üç yıl daha sürerse ben iki-üç yıl daha işsiz güçsüz, güvencesiz hayatını sürdürmeye çalışacağım. Bu bir sosyal ölümdür, bunu kabul etmiyorum, o yüzden hakkım şu an iade edilsin.  Ki ben bu bir buçuk yıllık süreç içerisinde 300-400 bin liralık borcun altına girdim. Alacaklarım var alamıyorum, borcum var ödeyemiyorum. 

Hrant Dink Vakfı açıklamalarından birinde diyor ki, ‘Biz 18 Nisan’da yönetim kurulu toplantısı yapacaktık, bunu bilmesine rağmen o toplantıyı beklemeden nöbet tutmaya girişti’. Böyle bir eleştiri var size. 

28 Mart’ta yaptığımız toplantının detaylarından biraz bilgi vereyim. Bunu kamuoyuna ben de açıkladım, sendika temsilcimiz de vardı, hiçbir çözümden yana olmadıkları belliydi. Oyalama süreciydi bu. Çünkü 28 Mart’ta biz müzakere toplantısında görüştüğümüzde bana saldırıda bulundular, tehditte bulundular.

Saldırıda mı bulundular?

Saldırıdan kastım ruhsal durumuma doğru saldırıda bulundular. Yani psikolojimin bozuk olduğu, psikolojik desteğe ihtiyacım olduğu gibi bir ifadede, bunu ima eden ifadelerde bulundular. Bu benim ruhsal bütünlüğüme yönelik bir saldırıdır,  ben bunu böyle kabul ediyorum, bununla ilgili dava açma hakkımı saklı tutarak da bekliyorum. İtibar davası açmakla tehdit ettiler. Hiçbir şekilde vakfın itibarıyla ilgili bir durum yaşatmama rağmen. Ben burada hakkımın iade edilmesini istiyorum. Bunun dışında ayrımcılığa, nefrete, dışlayıcılığa karşı olduğunu iddia eden vakıf, maalesef tüm insanlara açık olan vakıf etkinliklerine “sen katılma” gibi bir ifadeyle bana karşı dışlayıcı ve ayrımcı bir ifade kullandı. Bunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

Siz burada eylem yaparken bir iki kez gözaltına alındınız, burada Hrant Dink Vakfı’nın herhangi bir dahli oldu mu? Onlar çünkü sizden şikayetçi olmamışlardı bildiğimiz kadarıyla. 

Zaten bütün patronlar, bütün işyerleri ‘biz şikayetçi olmadık’ diyorlar ama gelen polisler şikayet üzerine geldiklerini söylüyorlar.

Buradaki başka işyerleri şikayet etmiş olamaz mı? 

Yok olamaz çünkü burada bütün işyerleri ile iyi ilişkiler içerisindeyim, kimseye bir saygısızlığım olmadı. Hatta bana destek oluyorlar, çay çorba tuvalet ihtiyaçları için. Ben onların işini ya da yoldan geçen insanların yolunu engelleyecek bir durumda değilim. Ama polisler şikayet üzerine geldiklerini söylüyorlar. Bunun dışında burası zaten kamusal bir alan. Kimseye zarar vermeyecek bir yerde, ifade özgürlüğümü, hak arama hürriyetimi kullanıyorum. Bu anayasal bir hak. Üç defa gözaltına alındım. Üç defa kötü muamele ile karşılaştım. Üç defa idari para cezası yazıldı. Bunların sebebi vakıftır çünkü burada benim hakkımı gasp edip benim burada durmamı, polislerin muamelesine maruz kalmamı sağlayan da vakıf. Haklarımı verseler, ben evime gitsem, böyle bir şeye ihtiyaç olmayacak. Ama maalesef hala bu süreç devam ediyor. Bu sorunu çözmek için biz irade gösteriyoruz, kaç defa talepte bulunduk, o yüzden vakıftan da çözüm için adım atmasını bekliyoruz. Geç gelen adalet adalet değildir. Haklarımın zamanında iade edilmesini ve kodun değiştirilmesini talep ediyorum.

Hrant Dink Vakfı’nın kapısında başladınız eylem yapmaya.  O zamanlar size çay, çorba dinlenme imkanı sağladıklarını duymuştuk.

Kimse bir destekte bulunmadı sadece bir teklifte bulundular, sağ olsunlar çorba değil de çay teklif ettiler, ben dedim ki ‘çay istemiyorum, haklarımı istiyorum.’

Dolayısıyla orada size vakıf tarafından kötü bir muamele olmadı bildiğimiz kadarıyla.

Vakfın bana kötü muamele yapma gibi bir durumu zaten olamaz. Zaten yeterince hakkım yendi, haklarım alındı, bu benim için kötü muamele. 

Eylem yapma aşamasını kastetmiştik.

Eylem yaptığım için kimseye kötü bir muamele yapmadığım için kimseden kötü bir muamele görmedim ama orada otururken polis geldi, bana dediler ki ‘buradan kalk burada vakfın girişini engelliyorsun işyeri girişini engelliyorsun’ dediler. ‘Kaldırımı işgal ediyorsun’ dediler. ‘Ben burada hiçbir şey yapmıyorum sadece kamusal bir alanda kimsenin yürümediği bir alanda barışçıl bir protesto yapıp hakkımı arıyorum’ dedim. Orada bana bir müdahale olduğu için bana ‘buradan kalk başka yere git’ dendiği için, ben de bu haksızlığın daha çok duyulabilmesi için, daha çok kamuoyu oluşturabilmek için de Halaskargazi Caddesi önündeki Sebat Apartmanı önüne geldim. Çünkü burada varolan 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı, Hrant Dink Vakfı’na bağlı olarak çalışma yürüten bir kuruluş. Zaten burası kamusal da bir alan. Aynı zamanda Hrant Dink gibi adaletsizliğe ve ırkçılığa karşı mücadele eden ve bizim de o mücadelesinden feyz aldığımız bir insan, kendisi değerli bir insan. Bu mücadelenin verdiği cesaretle ben de burada hakkımı arıyorum. Burası bir hafıza mekanı, mücadelenin de, yasın da, haksızlığa karşı ses çıkarmanın da, dayanışmanın da alanı. O yüzden kamusal bir alanda ben insanlara daha çok ulaşıyorum, insanlar burada daha çok destek veriyor. Çünkü vakfın yönetimin olduğu yer, kuytu köşede bir sokak, hiç kimse geçmiyor, hiç kimseye orada derdimi anlatamıyorum, kimseye ulaşamıyorum, burası kamusal bir alan olduğu için vicdan alanı olduğu için ben de kamu vicdanına burada seslenip yaşadığımız haksızlıkların son bulması için hakkımın iade edilmesi için kamuoyuna çağrıda bulunup destek istiyorum. 

Hrant Dink Vakfı diyor ki ‘bizim binamızın önünde eylem yapmasıyla ilgili bizim hiçbir şikayetimiz olmadı, 23,5 Hafıza Mekânı önünde eylem yapmasıyla ilgili de hiçbir şikayetimiz olmadı ancak orası, yani şimdi bulunduğunuz yer, Hrant Dink Vakfı değil, orası Hrant Dink Hafıza Mekânı ve Hrant Dink’in vurulduğu yer, bunun takdirini de kamuoyuna bırakıyoruz.’

Hrant Dink Vakfı’nın binasının olduğu yerde de eylem yaptım, orada da polis geldi, şikayet olduğunu söyledi. Burada 23,5 Hafıza Mekânı’nın önünde yaptığımda yine şikayetle geldiklerini söylediler. Bu şikayeti vakıf ‘biz yapmadık’ diyorsa bundan rahatsız olan kim olabilir başka? Kimseyi rahatsız etmediğim ayan beyan görülmektedir. Polis şikayet üzerine geldiğini söylüyor vakıf da şikayet etmediğini söylüyor ama bu iki durumda da mağdur olan benim, vakıf tarafından haklarım ödenmediği için ben burada yağmurun, soğuğun, sıcağın, güneşin altında bekleyip yine haklarımı arıyorum. Aynı zamanda polisin kötü, sert muamelesinden, orantısız müdahalesinden dolayı da yine mağdur olan benim. Yani burada idari para cezası yazılıyor, karakola gidince kötü muamelede bulunuluyor,  yakamdan tutup silkeliyorlar, koluma vuruyorlar ya da ‘sen ince arama nedir biliyor musun’ gibi ifadelerle korkutulmak isteniyorum. Zaten mağdur olduğum için bu eylemi, bu protestoyu, bu hak arama mücadelesini yapıyorum, bu nöbeti yapıyorum, hakkımı ararken barışçıl bir şekilde şiddet içermeyen, sessiz sakin bir ifade mücadelesi içinde olurken de polisin kötü muamelesi ile karşılaşıyorum, yine mağdur oluyorum. Ben hakkımın ödenmesini ve herkes gibi onurlu, şerefli, haysiyetli biçimde hayatımı sürdürmek istiyorum. İstediğim kimseden bir sadaka değil, ben haklarımı istiyorum. Son dönemlerde de bu süreç çok fazla gündeme geliyor, insanlar haklarını kazanıyorlar ama istinafta uzatıp işçilerin hakları verilmiyor. Hakkını kazanan bir işçinin hakkını  geç alması için bir cezalandırma aracına dönüşmemeli. Ben SGM’ye mahkemenin gerekçeli kararıyla gittim, kodumun değiştirilmesini istedim, istinaf olduğu gerekçesiyle bunu değiştiremeyeceklerini söylediler ya da ‘işyerinin inisiyatifinde olan bir durum, işyeri bir müracaatta bulunursa biz bu kodu değiştirebiliriz çünkü bu kodu yazdıran işyeri olduğu için değiştirebilecek de işyeridir’ dediler. Ben bundan dolayı iş bulamıyorum, hakkım yeniyor bir de bizi mimleyerek çalışma özgürlüğümüz ve hakkımız da elimizden alınıyor. Bu bir cezalandırmadır.

Şu an burada eylem yapmanızı engelleyen herhangi bir sorun yok değil mi? 

Şu an yok ama her an olabilir her an polis gelip kalk diyebilir tacizde bulunabilir idari para cezası yazabilir bunu zabıta da yapıyor bu arada hem zabıta hem polis.

Bunun vakıfla bir ilgisi olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Ben ilgili olduğunu düşünüyorum çünkü polis her geldiğinde ‘şikayet var’ gerekçesiyle geliyor, ben kimseyi engellemiyorum, kimsenin malına mülküne zararım yok, insanlar neden şikayetçi olsunlar? Eğer ki şikayetçi değillerse de gelsinler bunu ifade etsinler, şikayetçi olmadıklarını iddia ediyorlar, o zaman polis niye şikayet üzerine geldiğini söylüyor? Benim burada eylem yapmamdan iki kişi  rahatsız oluyor. Bir polisler, bir de vakıf olduğu söyleniyor. Ben burada hakkımı kime karşı arıyorum, vakfa karşı. Haklarım iade edilsin ben de hayatımı sürdürmek istiyorum, burada durmak beni de mutlu etmiyor. 

Hukuki süreç ayrı, öte yandan Hrant Dink’in öldürüldüğü yerde ve Hrant Dink Vakfı olmayan bir yerde bunu yapmanızın şikayet değil ama bir huzursuzluk yaratmış olması size de normal gelmez mi?

Gelmez. Burası kamu vicdanın olduğu bir yer zaten burası, Hrant Dink Vakfı’nın belirleyeceği bir sınırda değil, buradan geçerken ‘faşizme inat kardeşimsin Hrant’ diyen yine bizleriz, burada 19 Ocaklarda anmaya katılan yine bizleriz, kamu vicdanı burada tam olarak. Ben eylemi nerede yapayım gideyim? Mecidiyeköy’de mi yapayım, Sarıyer’de mi? Burası benim insanlara derdimi anlatabileceğim bir yer, vakfın bağlantılı olduğu müze burası, vakıf binasının önüne de gittim, kuytu köşede bir sokakta, günde 5  insan oradan ya geçiyor ya geçmiyor ama buradan 50 bin insan geçiyor ve gelenlerin yüzde 10’u neredeyse destekte bulunuyor. burası kamu vicdanın olduğu bir yer burası kamusal bir alan herkesin hakkı olduğu kadar benim de hakkım var bir yurttaş olarak. Ben de burada hakkımı arayıp bana yaşatılan haksızlıkların son bulmasını istiyorum, zaten bunlar bulunduktan sonra ben de buradan ayrılacağım ama ben haklarımı almadan hayatımı sürdüremiyorum. Başka çarem olmadığı için ben buraya geldim. Sorun çözülse zaten ben de gideceğim, böyle bir rahatsızlıkla onlar da karşılaşmamış olacaklar ama Hrant Dink Vakfı ısrarla bunu iddia ediyor, diyor ‘biz bu kişinin orada durmasından rahatsızız’. Rahatsız olunması gereken bir şey varsa o da benim haklarımı yediğiniz için ve hakkımı zamanında teslim etmediğinizi için olması gereken rahatsızlık. Haklarım iade edilsin, kod değiştirilsin, ben de buradan ayrılmak istiyorum.

 

Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında